bu filmi izledikten yada kitabı okuduktan sonra belkide en çok yusuf atılganın ömründe sadece 2 roman yazabilmiş olmasına üzülüyorsunuz. heleki son romanı canistan ı ise bitiremeden öldüğünü duyduğunuzda üzüntünüz katbekat artıyor. yazsaydı kimbilir ne harikulade bir kitap olurdu. belki filmi çekilirdi, ne kadar müthiş olurdu kimbilir. acaba hangi oyuncu oynardı. yalnızlık, yabancılaşma ne çok yakışırdı bunlar bir kitaba, bir filmine. heleki yusuf atılgan anlatıyorsa eğer. .
sonrasında defalarca okunan aylak adam, anayurt oteli ve yazdığı birkaç şiiri ve yazdığı birkaç hikaye. zaman zaman yusuf atılganı yad ederek. onun kadar iyi yazarların yetişebilmesini dilerken bulursunuz kendinizi.
anayurt otelini izlemem böyle anlardan birine denk geldi. tek fark anayurt oteli ni izledikten sonra kitabını okumuş olmam maalesef.
filmi izledikten sonra çoğu kez izlememiş olmayı diledim.
bir çok kişide olduğu gibi tabiiki bende her zaman kitap uyarlamalarını izlemeden önce okunması gerektiği taraftarıyım. yazım dili her zaman daha etkili ve daha iyi anlatıcıdır. kimine göre film daha iyi anlatabilme özelliğine sahip gibi görünsede ben her zaman tam tersini düşündüm. algısal farklılıklardan kaynaklı olsa gerek.
her neyse,
anayurt otelini izlemem türk sinemacılığının gidişhatı açısından bu gününü fazlasıyla yermeme sebebiyet vermiş olsada eskiye yönelik fazlasıyla açlık ve merak duygusu uyandırdı içimde. ardından bir sürü film buldum, izledim. şimdiye kadar bunları bulamamış yada farkedememiş olduğum için bir yandan hayıflanıp diğer yandan inanılmaz bi haz duygusu yaşadım.
80 öncesi türk romancılığının ne denli lezzetli olduğunu yeni yeni idrak edip, tadını yeni yeni alabiliyorum.
yine kısmen 80 öncesi ve kısmende 90 lı yıllara denk gelen bu romanları filmleştirme süreci var ve bu filmleri izlerkende aldığınız zevk okurken aldığınızdan tamamen farklı bi zevk olsada onunla kıyaslanacak ölçüde bi zevk olduğuna eminim.
o zevki en fazla alacağınız film ise ömer kavur, un çektiği anayurt oteli dir.
birazda kendime kızarak söylüyorum ama bu filmi izlemeden önce macit koper in oyunculuğuna dair hiçbir fikre sahip değildim, hatta macit koper adını okuduğumda acaba kimdi diye biraz düşündüğümüde itiraf etmeliyim.
fakat film bittiğinde türk sinemasındaki en iyi erkek oyuncu sıralamasında en üst sıralarda bulunması gerektiğini düşündüğüm bir oyuncu olduğuna karar verdim.
filmin ana kahramanı zebercet karakterini macit koperden daha iyi kimse canlandıramazdı herhalde. zabercet demek macit koper demektir artık benim için.
belkide bu kadar iyi bir oyuncu seçimi yüzünden anayurt oteli bir sinema filmi olarak hüsrana uğratmıyor insanı.
velhasıl kelam, bir solukta izlediğim anayurt oteli insanda çok farklı sorgulama duyguları uyandırıyor. her film insanı sorgulatmaz, yada her film insanda anlama çabası ortaya çıkarmaz. bu film ise fazlasıyla ortaya çıkarıyor bu duygularınızı.
zebercetin en donuk haliyle benim adım zebercet demesiyle başlar film. tıpkı filmin sonunda aynı tepkisizlikle adını söylerkenki gibi.
bu başlangıç izleyiciye zebercet ile ilgili bir sürü ipucu vererek başlıyor filme.
zebercetin iç dünyasının karartıcılığını, gelgitlerini, psikolojik bozukluklarını .. hepsinin anlatımı son derece etkileyici. ( görüntü yönetmeni orhan oğuzun başarısını olsa gerek)
filmin sonu tam olarak netleştirilemesenizde, intihar etmeden önce tavan arasında foroğrafa baktığında bi çoğuna göre ankara treniyle gelen kadının aslında annesini temsil ettiğini düşünebiliriz.
aslında zebercetin hayatını düşündüğümüzde onun tüm bu sorunlarının kaynağının ailesinde başladığını düşünmekte mümkün.
zebercetin otelde yaşadığı oda kendi hayatını, bilincini yansıtırken. gelen kadının kaldığı oda ise zebercetin bilinçaltı, takıntılarını, özlemlerini, yarımlığını sakladığı yerdir. zamanla birbirine girer hepsi, bilinciyle bilinçaltı arasında gidip gelmekten yorulan bi insandır, fikrine eylemine sızan hareketsizlik duygusu, altüst olmuş gerçeklik, hayatının rutinine vurulmuş bir balta gibidir tüm bunlar. ve tabiiki hiçbir zaman gerçekten sahip olamadığı bir kimliği reddedemeyecek olmanın yarattığı boşluktur esasında zeberceti intihara sürükleyen.
filmde sonradan bir daha izlediğinizde aslında rastlantısal olmayan bir çok tarihe rastlamakta mümkün, bunları anlanlandırmaya çalışmakta ayrı bir zevkli. kısmen asker okuluna gitmesine ve ideolojik görüşüyle alakalı olduğunu düşünüyorum.
filmin belkide en çok akılda kalan sahnesidir son sahne. ve son olarak söylenenler:
tam o sırada dışarıdan birkaç arabanın korna seslerini duydu; başka araçlar da katıldılar buna; kornalar, tren düdükleri, fabrika düdükleri arasız, kesintisiz ötmeye başladılar. neydi bu? kulakları mı uğulduyordu? yoksa dışarının, başkalarının bir çağrısı mıydı? yüzünü buruşturdu. sağdı daha, her şey elindeydi. ipi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. dayanılacak gibi değildi bu özgürlük.
uzun lafın kısası,
anayurt oteli ömer kavur sinemasının başyapıtı desek abartı olmaz. ve tabiiki yusuf atılgan edebiyatınında.
zebercet adını hiçbir zaman unutmayacaksınız.
not: filmin çekimleri aydında yapılmış ve o otel nazillide hala bulunmaktaymış. bunu bilmenizde fayda var çünkü filmi izledikten sonra yaptığınız araştırmalar sonucu bu bilgilere ulaşacak ve oraları gidip görme isteğiyle yanıp tutuşacaksınız. biliyorum.
not2: tek üzüldüğüm taraf ise filmde bir çok sahnenin kesilmiş olması. orijinal halini bulup izleyebilirseniz bir çok şeyi daha iyi anlamlandırabilirsiniz.
not3: aylak adam ın hala filmi çekilmedi, evet bende bunu çekecek bir yönetmenin ortaya çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum.