Seni seviyorum, nefret ediyorum. seni çok özledim, mümkünse aynı şehirde bile olmayalım. anlatmak istediğim çok şey var, konuşmak istemiyorum. ruhum adım adım dolaştı istanbul sokaklarında, senin geçebilceğini ya da geçmiş olabileceğini düşündüğü yerlerde. seninle karşılaşmak dahi istemiyorum. gözlerim tek tek izledi sağımdan solumdan geçen insanları belki sensindir diye, seni bi kere daha görmek istemiyorum.
işte böyleyim son zamanlarda. içimde senden bana kalan büyük savaş. benden başka ölen yok. günün yirmidokuz saati aklımdan geçiyorsun. aklım geçiyor. geri kalan altı saatin tamamını yatakta, ilk bir saatini uykuya dalmak için, son bir saatini ise ayağa kalkıp yeni güne başlayabilmek için kendimi kandırmamla geçiyor. sürekli bi kandırmaca içindeyim. günler daha bi uzun, daha bi güneşli inadına.
hani o hep gülümseyen çocuk vardı ya, artık gülmüyor. filmlere, şarkılara hatta en sevdiğiniz, can dostu kahveye bile düşman oldu, istanbul'a olduğu gibi. garip bi depresif hali. sanki hayata yeniden başlıyormuş gibi, yeni alışkanlıklar, yeni arkadaşlar. üzülüyorum. biliyorum. bu yara hiçbir zaman tam anlamıyla dikiş tutmayacak. şimdilerde hapşırdığım zaman "çok yaşa" diyenlere kızıyorum. sanki bi küfüre cevap verir gibi "asıl sen çok yaşa". şu zamana kadar öğrenemediğim şeyleri öğrendim bu dönemde kendime dair, hayata dair. yokluğunda çok şey oldu. hiçbir şey olmadı. anlatmak istediğim çok şey var. söz konusu sen olunca tutamıyorum kendimi. en kısa haliyle bu. sayfalarca dökülüyor kelimeler ve hep hep üç noktayla bitiyor muhabbetlerim...