ölü çocuklar parkı
onbaşı, tahta barakasında uyuyordu. başucunda yarısı içilmiş bir bardak süt ve b vitaminleri vardı... keçi derisinden battaniyenin üzerinden kayıp düştüğü yerde tüfeği kıvrılmıştı. buzlu camlardan vuran günışığı eski tarihli bir gazeteyi parlattı. ön sayfada bir resim, bir de haber. kürsüde yamuk duran bir iki mikrofon... arsız bir it gibi haykırmakta hitler ; işte tam o anda, biz orada olacağız. onbaşı duymuş gibi gazetedeki haykırışı, uyandı. akşamdan kanlı gözlerini birden aralayan yarım asırlık bir ceset. tavana yapışıp dondu, mavi kundaklı iki bebek... sonra doğruldu yarısın yarıya... yastığın altından saatini çıkardı... 07.45 sütü dikti kafasına... üniformasına uzandı onbaşı. söyleniyordu ; sıfıryedikırkbeş... yedikırkbeş... şimdi orada olmalıyız... orada olmalıydık! postallarını parlattı, kornişinden kaykılmış perdeyle. pencerenin üstünden sarkan buzların ötesi bembeyazdı, alabildiğine... uzak sislerde kurtlar uluyordu. sobanın kapaklarını kapatıp çıktı dışarıya. birkaç kuş havalandı kapının gıcırtısından, kanat sesleri yankılandı ormanda... başka kimseler yoktu. karlar kıtırdıyordu. yürüdü... yürüdü... uğultulu tepeler aştı. şehrin önce bacaları göründü. karlar karardı giderek. ilk cadde, sokakların çamura dönüştüğü yerde başlıyordu... (03-a) numaralı haki otobüs hırıltılarla yanaştı durağa. askerler selam durdu camlardan... otobüse bindi onbaşı. insanlar, çekiştirilen yün yumaklarıydı caddelerde... körfezin ağır kokusu altında rengarenk bukalemunlara benziyorlardı. pisliğe bak ! şu insanların suratsızlıklarına bak... bunlara bir yön vermek gerek. dedi. düzlem üzerinde ileri, ama katiyen yukarı değil ! subaylar uykuluydular. radyosu açıktı otobüsün ve birden yıllar geçti başbakan, hiçbirşey için geç kalınmış değil dedi radyodan. şoför er uzandı, kapattı radyoyu... komutanlar itiraz etmediler. onbaşının gözleri düzlem üzerinde ileri bakıyordu... durdu otobüs. indiler... annelerinin yanında yürüyen bir örnek ikizler askerlere özendiler, kaçamak... onbaşı, saçını okşadı kendi tarafında olanın. çocuk gururlandı, bir asker tarafından saçı okşandığı için. sokaklar, keyifsiz, renksiz ve coşkusuzdular... sinema afişlerinde nostalji vardı. duvarlarda, hava kirliliğinin yoğunlaşması halinde ilk yapılacaklar... gaz maskesi kullanım talimatnamesi, başvurulacak telefonlar... nadir gülücükler familyasından olan öğrenciler, uygun adım yürüyen onbaşıya baktılar. uğultular tipiye karıştı... göz gözü görmüyordu artık. onbaşı, bir eliyle kepini tutarak koşmaya başladı... kar yağdıran kürelerde, fantastik bir yeni dünya senfonisi, çığlık çığlığa ; yıllar öncesinden sözleşmiştik. bi çuval incirlikte buluşacaktık. babilin asma bahçelerini bombalamak için... saat 07.45te. uyanamadım, geciktim ! hepsi gitmiş olmalı... meydana geldiğinde, insanlar hiçbirşey olmamışlığın olağan telaşındaydılar. saate baktı onbaşı ; 07.45 durmuş olmalı dedi. olsun, işte tam bu anda burada oldum ya! meydandaki şadırvanın kıyısına ilişip, bekledi bir süre. ötekiler gelmedi. habersizce 07.46 ya dönüşürken kadranlar, paradoksal bir zaman bükülmesi oldu. insanlar silindi takvimlerden... ölüm sessizliğine büründü şehir ve bütün dünya. ......... gaz maskeli üç beş görevli, savaşa hayır afişlerinin üzerine bulaşıcı hastalıklar konusunda duyurular yapıştırıyorlardı. toplu gömütlerin ilaçlanma yöntemleri , hangi belirtilerde hangi ilaçlar alınacak üretimi sürdüren ekmek fırınları , güvenli sığınaklar hava saldırıları ve alarmlara dair bilgiler soğuk, sessizlik, toz... kesif bir sarmısak kokusu... havuzun başında donup kalmış onbaşının genzini yakan, katranımsı, yoğun, ölgün hava. ......... özgürlük , hürriyet ve cumhuriyet caddelerinin kesiştiği meydanda, yöre halkının güvercinkapı dediği, barış parkının dokuz girişinden biri vardır. beyaz güvercinler, kalp şeklinde bir dünyayı uçururlar kanatlarında. arka plandaki yıldızlar dağılıp toparlandıkça... yurtta barış dünyada barış yazısı, bir görünür bir yokolur! barış parkı na ölü çocukları yığmışlar... yanyana, üst üste, milyonlarca bebe! önlüklerindeki mama artıklarına, karıncalar ve kargalar dadanmış çocuklar... gülümseyen donuk bakışların kime? en son anneni mi gördün, bankta kavrulurken? o yaklaşan sarısıcak şemsiyeyi uyku mu bellemiştin, sevgi mi? bisikletleri, salıncakları, tahtırevallileri, kaydırakları... picassonun kömürden resimlerine dönmüş ölü çocuklar, gülüyorlar! ......... onbaşının kenarına oturduğu şadırvanın suları dondu. usulca pembeleşti gri görüntüler... ( ) soğuktu !.. karlar sessizce yığıldı kapılara... içerde ve dışarda hayat belirtisi yoktu. hangi çağda yaşadığından habersiz, uyudu... rüyasında, pul kanatlı başıboş ruhlar... ve gülüşen çocuklar gördü. ölgün beyazlıkların yalnızlık pembesi sonsuzluklarında büyülü şarkılar dönüyordu, yaklaşarak. bahara soyundu sevecenler... çırılçıplak süzüldüler geleceğe. öylesine yalnız... ve kalabalık. keçi kılından çaresizliğini çekti üstüne onbaşı... hayırdır inşallah dedi. ışık ve sevgiyle...
ilhan irem (27 şubat 2003)