yemyeşil bir köyde yazın göletler oluşturarak akan derede kurbağalar gibi yüzer, güneşin altında yanar, çatlayana kadar koşar terler ,terli terli su içer hastalanmazdık, köyün hangi taşının altında yılan yaşar nerede ise onu bile bilir baharda mahallenin bütün çocukları kertenkele avlamaya giderdik. kızlar yaşil plastik daire gibi kesilmiş iki madeni para büyüklüğündeki oyuncaklarla kelebek dolaştırırlardı (sarı kelebekler bunları yakalamak için hemen etrafına toplanırlar ben nedenini bilmiyorum). oyun oynarken iki kapılı köy evlerinin bir kapısından goşarak girer öteki kapısından çıkardık ve kimse ne oluyor bile demezdi, köydeki bütün meyva ağaçları bizimdi büyükler o ağaçlara çıkamazdı ama bizim için bütün meyve ağaçları serbesti, kış gelip te kar yağdığında büyüklerimizin ceviz namaz tahtalarını kaptık mı zaten yamaçta olan köyün tepesinden ta altına kadar sowboard (namaz tahtasi ile olunca sakatlık çıkmıyor) yapar ıslak ayaklarla akşama kadar dolaşır ellerimizi ayaklarımızı hissetmeyene kadar kartopu oynar kardan adam yapar sonra sıcağa girince elimizde ve ayağımızda inanılmaz acılar hisseder bir daha elimiz ayağımı dondurmayacağım diye yeminler eder ertesi gün gene aynı şeyi yapardık. (gene hasta olmazdık)
kar boyumuzu aştığı halde okula gider, gene okullar tatil olsun diye dua etmezdik zira okula gitmek demek bütün köyün çocukları ile birlikte kartopu oynamak demekti. ama tatil olu ise sadece mahallenin çocukları ile oyun oynanılabilir idi.
öğlen tatillerinde eve geldiğimiz de ailemizin evde olmaması problem olmazdi hemen mahalledeki başka bir eve dalar annemler evde yok der sofraya otururduk bu yüzsüzlük olmazdı.
eve saat sekizde 9 da değil hava kararınca veya akşam ezanı okununca gelmemiz gerekirdi. vakitler bile bir başka türlü ayarlanırdı.
hiçbirimizin yatak odası sıcak olmazdı her gece buz gibi yatağı ısıtıncaya kadar bir güzel titrerdik ama bundan dolayı hasta olmazdık. bebekler kışın açık havada leğende yıkanır ama onlar da hasta olmazlardı.
hayvanlara dokunur onalrla oyun oynardık ama onlardan bize hastalık bulaşmazdı, yabancılar yoktu dolayısı ile yabancılardan bir şey alıp vermek gibi bir derdimiz de yoktu. bizi organ mafyası ile değil her ezan okunduğunda uluyan çakallarla korkuturlardı.