reaya

entry16 galeri
    5.
  1. Gayr-i müslim reayanın bedenî olarak bir yükümlülük altına sokulduğu görülmektedir. Bu da, devşirme usuluyle meydana getirilen yeniçeri ordusunun asker ihtiyacını karşılamak için başvurulan bir metoddu. Her sene bazı reaya ailelerinin küçük çocukları yeniçeri ocağına alınırdı. Genelde ailelerin kendi arzularıyla verilen bu çocuklar, islâm âdet, örf ve kurallarına göre yetiştirilir, içlerinden yetenekli olanlar devlet ve ordu görevlerinde en yüksek kademelere kadar çıkarlardı.

    Tanzimat'ın ilanına kadar Osmanlı idaresinde gayr-i müslim ahaliye ait hak ve görevler için Hz. Ömer'in Kudüs'ü fethettiği zaman oradaki gayr-i müslimlere tatbik ettiği esaslar örnek alınarak aynı uygulama asırlarca sürdürüldü. Bu esaslarla gayr-i müslim tebeânın müslümanlara göre farklı bir, şekil ve renkte elbise giymeleri, müslümanlar arasında silahlı dolaşamamaları ve şehirde at üstünde gezememelerine karşılık, hayat ve hürriyetleri tam bir garanti altına alınmıştır. Osmanlı devleti, Tanzimat'ın ilanına kadar bu esaslar dahilinde hareket ederek devlet bünyesinde bir "ümmet hâkimiyeti" politikasını takip etmişti. Ama Tanzimat ile birlikte bu anlayışa son verildi.

    Tamamen batılı devletlerin zorlamaları ile ilan edilen Tanzimat Fermanı (1839) gayr-i müslim reayanın menfaatlerini korumak ve onlara yeni haklar kazandırmak amacına yönelikti. Tanzimatla birlikte bir dönüm noktası durumuna gelen gayr-i müslim reayanın konumu, bu tarihten itibaren islâm hukuku ve müslümanlar aleyhinde bir gelişmeye sahne olmuştur. Sultan II. Mahmud'un: "Ben vatandaşlarımdan müslümanı camide, hristiyanı kilisede ve museviyi sinagogta ayırırım. Aralarında başka bir fark yoktur" sözü geniş bir uygulama alanına konuldu. Tamamen şer'i bir vergi olan cizyenin adı değiştirilerek buna "bedel-i askerî" adı verildi. Bütün devlet rütbe ve memurlukları kendilerine açılan gayr-i müslim reayanın; bu tarihe kadar müslümanlar hakkında şahitlikleri geçerli değil iken, bundan sonra müslümanlar hakkında hüküm vermek üzere mahkeme üyeliği bile verildi.

    Reaya başlangıçtan beri kendisine tanınan haklara dayanarak, Osmanlı devleti sınırları içinde özel din okulları, öğretim müesseseleri ve ibadethaneler açtı. Tanzimattan sonra da kendi dillerinde ilkokuldan liseye kadar eğitim ve öğretim yapan özel okullar açtılar. Bunlar arasında Fransızca, ingilizce, Almanca, Rumca, italyanca, ibranice, Ermenice öğretim yapan özel okullar vardı. Gerek bu okullarda, gerekse Osmanlı eğitim kurumlarında görev alan gayr-i müslim kaynaklı kimseler eğitim kadrolarını işgal etmişlerdi. Böylece bu okullar uzun vadede Osmanlı devletini içten çökertecek olan, islam düşmanı bürokratların yetişmesinden başka bir işe yaramamıştı. Bu dönemde reaya çocukları, Osmanlı öğretim kurumlarının çoğunda daha çok yabancı dil ve deneysel bilimlerle ilgili derslerde öğretmenlikle görevlendirildi. Ayrıca bunlara, elçilik ve saraylarda tercümanlıkla, yabancı devletler nezdinde elçilik görevleri verildi.

    istanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı Devleti sınırları içinde reaya'ya tanınan bütün haklar II. Meşrutiyet (1908)'e kadar sürmekle birlikte, 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı ile gayr-i müslim teba'a, reaya statüsünden kurtulup hakim millet yani Türk unsurlarıyla eşit bir statüye sahip olmuştur (Eryılmaz, s. 113). Böylece Osmanlı devleti, reaya ile olan ilişkilerinde islâm hukuku prensiplerini tamamen terketti. Reayadan alınan cizye kaldırılarak devlet dairelerinde, okullarda ve askerlik hizmetlerinde müslümanlarla gayr-i müslim reaya eşit seviyeye getirildiler.

    II. Meşrutiyetle birlikte gayr-i müslim reayaya verilen imtiyazlar genişletildi, verilen haklara yenileri eklendi.

    Fransız ihtilalinin (1789) hemen ardından ortaya çıkan milliyetçilik akımları ve özellikle batılı emperyalist devletlerin kışkırtmalarıyla bağımsızlık ve isyan hareketlerine kalkışan reaya, Osmanlı idaresi tarafından kendilerine tanınan bu hoşgörü, hak ve imtiyazları kötüye kullanmaktan çekinmedi. Ayrıca yüzyıllarca huzur içerisinde yaşadıkları Osmanlı devleti aleyhine, fırsat buldukça Osmanlı iç işlerine müdahale edegelen emperyalist güçlerle işbirliği yapmaktan da geri kalmadı. Osmanlı Devleti'nin gereksiz yere I. Dünya savaşına sürüklenmesiyle reaya, devleti içinden parçalamak için yoğun çalışmalara girdi. Anadolu üzerinde haklar iddia ederek bağımsız devlet kurmak amacıyla terör eylemlerine başladı. islâm topraklarını işgal eden yabancı güçlerle askeri işbirliğine girerek müslüman halka karşı katliamlara giriştiler. Ermeni çetelerin işledikleri cinayetler bunun tipik örnekleridir.

    Osmanlı devleti yıkılıp, yerine Anadolu toprakları üzerinde kurulan laik Türkiye Cumhuriyeti devleti, hudutları içerisinde yaşayan herkesi eşit seviyede vatandaşlık hakları ile vatandaş kabul etmiştir. Ancak, laiklik çerçevesinde gayr-i müslim topluluklar, her şeylerinde serbest bırakılıp bir sınırlandırmaya maruz kalmadıkları halde, müslümanlar, laiklik adına büyük zulümlere ve baskılara muhatap oldular. islam'ın dışındaki bütün dinler, devlet tarafından tanınıp güvence altına alındıkları halde; ülkenin gerçek sahipleri olan müslümanların, dinlerini yaşamaları her şekliyle imkansız hale getirilmek istenmiştir. islam, hukuk dışı bir din ilân edilerek, onun gerçek başlıları sürekli takibata uğramış ve büyük cezalara çarptırılmışlardır. Ayrıca, laiklik prensibine uyularak islâmdan başka dinlerin kurumları ve faaliyetleri tamamen serbest bırakılırken; islâm, devletin denetimi altında, devlete bağlı bir kurum olan Diyanet teşkilatı ile laik devletin istek ve hedefleri doğrultusunda kullanılan bir din haline getirilmeye çalışılmıştır.

    kaynak: A. Zeki iZGÖER (http://www.kuranikerim.co...am_ansiklopedisi/R/22.htm )
    1 ...
  1. henüz yorum girilmemiş
© 2025 uludağ sözlük