2.5 kere izlediğim film* çok önce izledim, sonra hatırlamaya çalıştım geçenlerde üzerinden geçtim zorunlu olarak. en sonunda yazabildim.
90 dk.da dar mekan ve tek karakter sınırlaması olmasına rağmen; hikayeyi yaşamıştım izlerken. öyle ki, filmin çoğu yerinde ''çaresizliğin tanımı''nı yaptırıyor film.
Gürültülü, karmaşık şehir hayatından doğaya sığınmak bazen en iyi kaçış yolu olarak görünür. insanoğlu huzuru doğada aramaya başlar. Gündelik yaşamın macera aşkıyla; baş edilecek, her daim yaşam kompenantlarını barındıracak bir yer değildir doğa ne de olsa. Ne zaman elimizi kolumuzu bağlar, sağır dilsiz eyler -geç olsa da- anlarız; doğanın ''tebessümle'' karşılanacak seyirlik bir macera olmadığını.
En iyi ders; ''Bir not dahi bırakmadan çıkılan yolda vahşi doğanın çaresizliğiyle ölümü hatırlatması ve geride bırakılan her şeye özlem duyulmasıyla'' verilmiş bence filmde. Bu da, ölüme ramak kala hatırlanma duygusunun silinmiş çizgilerdeki ironisidir heralde.
Hayata sorguların ve geçmişle orantılı hayıflanma, yalnızlık, cesaret ve doruklarda yaşanan tam bir yüzleşme. Gerçek yaşamdan alıntı olması da, filmin sonunu tahmin etme kuvvetini sekteye uğratıyor.
Filmin başında bir türlü açık verilmeyen Aron’un karakteri bu kerteden sonra tamamlama sekansını oluşturmaya başlıyor ve iç hesaplaşmalara giriyor hikaye.. Mahsur kaldığı süre içinde yaşadıklarını gözden geçirmeye bir hayli zaman buluyo aron. Ailesine haber vermeden evden uzaklaşması ve vurdumduymazlığı sonucu bu halde olduğunu ''hak edilmiş bir bedel'' olarak düşünüyo.
danny boyle'un ahlakçı tavrı, zaten ailesine karşı bölye düşünmesinden de anlaşılıyor.