soğuk bir kasım akşamında istanbul'un kalabalık sokaklarından birinin köşesinde dilenen bir çocuk gibi bekliyorum; "belki bir gün adının anılmadığı bu çoraklara kaybolmuş, hüzünlü bir bulut düşer ve saçlarını avuçlarıma bırakır..." diye...
yüzünün hatırlanmadığı yerlerde hayaller kuruyorum... gözlerim gök yüzünde; gizlendiğin mavilerde...
yürüdüğüm yolların yağmalanmış kaldırımları kitaplığımın tozlu raflarından düşüyor bir bir... toplamıyorum ki artık. vazgeçtim çocukluğumdaki bayramlar gibi kokan misafirlikler beklemekten... asfalta sevdalı bir şehrin kalabalık bir kuytusunda oğul oğul sıkışmış bir yürekten ibaretim ben. başka bir şey değil ! varılamayana sevdalı, kısır günlerin telaşında kendi kendimi biliyorum; yalnız bıçaklar gibi. vaftiz edilmemiş bir acıyı bir damla göz yaşıyla kutsuyorum. kollarımı martıların çığlıklarıyla boyuyorum, enjektör yaraları gözükmesin; unutulsun diye...
artık hayatı sek içiyorum. sana gülümseyen, o taze, masum ve yenilgisiz ay ışığının altında içten bir sarılışı katık etmeksizin bir kadeh ömrümü yudumluyorum. boğazıma düğümlenenler ise bana dair olanlar (kalanlar) değil senin taze yalnızlığın...
ah küçüğüm; peki sen hangi sağanak geceye gömdün ruhunu. bulamıyorum !
bilirim, cebindeki son kuruşu istesem senden; verirsin. peki ya senden bir hayal kurmanı istesem ? sen; hayallerinden vazgeçip hayaller kurmayı bırakan... seni hayallerinin peşine göndersem ? giderken bana saçlarından bir tutam bırakır mısın ? ya da ruhundan son bir kırıntı; tabutuma asmak için ?