fahri doktora almak için stockholm'den lunda doğru arabası ve gelini ile yola çıkan 78 yaşındaki tıp profesörü ısak borg'un yol boyunca karşılaştıkları insanlarla bir nevi zaman makinesine dönüşen arabası ve geçmişindeki önemli insanların prototipi olan yolcularla kendine yolculuk hikayesidir.
filmin başında belirttiği gibi professör borg yalnızlığı seçmiştir çünkü:
--spoiler--
insanlarla olan ilişkilerimizde, temelde onların karakterini ve davranışlarını tartışır ve değerlendiririz. işte bu yüzden, bu sözde ilişkilerin tümünden kendimi geri çektim. bu benim yaşlılık günlerimi daha da yalnız kıldı. hayatım çalışmakla geçti ve buna müteşekkirim. hayatım ekmek ve tereyağı için yorulmadan çalışmakla başladı ve bilim aşkıyla sona erdi.
--spoiler--
film akşam çalışma masasında oturan professör borg'un kendini ve ailesini anlatma, ertesi gün alınacak fahri doktora öncesi kendini tartma sahnesi ile başlar.
karşımızda yalnızlığı seçmiş, mesleğinde başarılı, titiz, yaşadığı hayattan memnun görünen, yaşlı bir adam vardır.
gece uykusu kafkavari bir rüyayla bölünür.
rüyada sabah yürüyüşü sırasında yolunu eski evlerin arasında kaybeden professör, bir sokak saatinin önünde durur. büyük saatin altında gözlük arkasından bakan sağ taraftaki kanamış, sol taraftaki sağlam bir çift göz şeklinde saatler vardır ve hiçbirinin akrep ve yelkovanı yoktur. professör şaşkınlık ve korkuyla kendi köstekli saatini çıkarır ki onun da akrep ve yelkovanı olmadığını görür. zaman durmuştur ama hızla atan bir kalp sesi hayatın durmadığını anlatır. professör ilerde şapkalı ve pardesülü arkası dönük bir adam görür, yanına gidip ona dokunduğunda adam yüzünü döner ve yüzü sıkı bir tülle sarılmış gibi büzüşmüş, tanınmaz şekildedir. birden içindeki adam yok olmuş halde pardesü ve şapka yere kapaklanır, altından oluk oluk kanlar akmaya başlar. kilisenin çan sesi ile birlikte yolda bir cenaze arabası belirir, sokak lambasına defalarca çarpar, bir tekeri professörün yanından geçer ve içinden tabut düşer. at arabası uzaklaşırken, kapağı aralanmış tabuttan bir el dışarı sarkar. sağ eli bir kaç açıdan görürüz.* profesör tabuta yaklaşır ve el professörün elini kavrar, tabutun içinden çıkan adama doğru çeker ki bu kişi de profesördür.
bu rüya, profesörü çok etkiler, uyanır, tüm planlamaları alt üst edip, sabahın köründe gelini ile fahri doktora'nın verileceği lunda'ya doğru arabasıyla yola çıkar. belki de rüyadaki gibi akrep ve yelkovansız, durdurulmuş bir zaman aralığı yaratmak ister kendine ki yaşayan bir ölü olmaktan kurtulması için son fırsattır.
çünkü yolculuk sırasında gelinine her zaman ölü gibi hissediğini söyler.
yolculuk hatıralar geçidi gibidir. ancak nostaljik bir yad etmeden öte gündüz düşlerinde hesaplaşma, rüyalarda bilinçlatının itirafı şeklindedir.
yol üstünde;hayatının ilk yirmi yılını geçirdiği eve uğrarlar, orada ilk aşkı belki de sevdiği tek kadının sara'nın neden kendisini değil de evlenmek için kardeşi sigfrid'i seçtiğini görür. yaban çilekleri toplayan sara iyi kalpli, örnek bir genç olan ısak yerine hayat dolu kardeşini seçer, çünkü ısak tutkusuzdur. o sırada hayat dolu bir genç kız yanına gelir, iki arkadaşıyla beraber romaya gitmek için ısaak'in yol arkadaşı olurlar. kızın adı ısaak'in yıllar önceki aşık olduğu kadınla aynıdır ki aynı aktiris yol arkadaşı sara'yı canlandırır. sara'nın yanındaki ona aşık iki erkek, biri rahip olmak isteyen diğeri doktor olmak isteyen, ısaak'ten izler taşımaktadır.
yolda kaza yaparak karşılaştıkları evli çift de sanki ısaak ile ölen karısının abartılmış versiyonlarıdır. adam kendini katolik olarak tanımlarken kadın adamın soğuk, ruhsuz tavırları karşısında histeri nöbetleri geçirmektedir.
son kafkavari rüyasında bir sınıfta sınava tabi tutulur. doktorluğun ilk şartının 'af dilemek' olduğunu bilemez ve karısının ona karşı suçlamarı okunur: duygusuzluk, bencillik ve acımasızlık. karısıyla yüzleşmek zorundadır.
çalılar arasında gördüğü ölen karısı başka bir adamla birlikte olduktan sonra ısaak'e 'aldatma itirafını bile tepkisiz karşılayacağını çünkü duygudan yoksun bir ruhsuz olduğunu söyler ki ısaak zaten bu aldatma sahnesini yıllar önce uzaktan izlemiştir.
yol üstünde uğradığı annesinin torununa hediye edeceğini söylediği saatin de yelkovan ve akrebi yoktur ki, annesi de en az ısaak kadar duygularına hakim soğuk bir kadındır.
fahri doktoronun verileceği lunda'ya geldiğinde isaak artık farklı bir adamdır. bedeni yaşlıdır ancak ruhu af dilemeyi öğrenmiştir. ve sabahın köründe tatsızlık çıkardığı hizmetçisinden af diler , bu o kadar alışılmadıktır ki yaşlı kadın profesörün sağlığından şüphe duyar ama teşekkür eder.
oğlu babası gibi kendini ölü gibi hissettiğinden, kendisi kötü bir evlilikte büyütüldüğünden hamile olan karısının çocuklarını doğurmamasını istemektedir ki ancak eşinin kendisinden uzak kaldığı sürede sevgisini daha iyi anlamış, belki de gelinin professör ısaak ile yaptığı geçmişteki hatalarla yüzleşme yolculuğundan sonra profesör gibi oğlu da hayata farklı bir bakışla bakmaya çalışır, eşine, yuvasına, sevgisine sahip çıkmayı seçer.
profesör ısaak'in 78 yıllık hayatının rüyalar, gündüz düşleri, anılar ile bir araba yolculuğu boyunca yaşanması yaşlı adamın duygularla da yüzleşmesini sağlar.
--spoiler--
yaban çileği toplayan sara ısaak'in yüzüne ayna tutar ve:
anlamıyorsun. ikimiz farklı dillerden konuşuyoruz. yüzüne bak, sen ölmek üzere olan bir ihtiyarsın, benimse önümde koca bir ömür var. bunun için kardeşinle evleneceğim. der
ve ısaak'in cevabı.
bu çok acıtıyordur. ki belki de bu yaşlı ihtiyarın hiç olmadığı kadar genç olduğu bir andır, çünkü pişmanlıkla,acıyı hissedebilmiştir.