bazen şöyle düşünürüm; insan önce edilgendir; fikirlerini söylerken çekinir; küçük bir not yazıp buzdolabına yapıştırırsın ya; hani masumdur ve pek az kimseyi ilgilendirir; öyle naif bir dalga yaratsın istersin. fakat yetmez insana bu. hiçbir insana yetmez. artık etken olmak istersin ve yazdığın her cümlenin altına imzanı atarsın şehvetle. imza senindir; yazı da senin.
...
bir kış gecesi eğer bir yolcu romanının karakteri ile özdeşleştin diyelim. odasının önünden geçtiğin, telefonu çalan şu yaşlı adam hakkında hiçbir şey bilmiyorsun henüz. adını, ünvanını, yaşını, telefona neden bu kadar heyecanlandığını, neler yaşadığını, ne için bu kadar kaygılandığını bilemezsin. edilgen olarak birkaç tahminin olacaktır fısıltı gibi...
daha sonra tanıdıkça bu adamı; fikirler edinirsin hakkında. yargıların oluşur. ismini, yaşını, nerede doğduğunu, niye yaşadığını öğrendiğin an, onun odasının önünden geçerken, çalan telefonu hakkında daha farklı, etken ama yine ön yargılı yorumlarda bulunursun.
telefonu eden sen olmadıktan sonra hiçbir şey kesin değildir. telefonu eden meçhul zat, sen olamazsın.