Eğitim çok da sıkı değildir. Hatta çok gırgır geçti de diyebilirim. En azından bizim zamanımızda öyleydi.(1997) Duruyorsa şirin bir sineması vardı ve haftanın belli günleri film seyrettiriliyordu. Askeriyede böyle bir kültür faaliyetinin olduğuna çok şaşırmıştım. Eğitim içinde ana binanın dışında tokai çakmak fabrikasının karşısında bir araziye götürüyorlardı. ilk Eğitimleri ve silah atışlarını orada yapmıştım. G3ün sesini ilk duyduğumuzda içimiz titremişti. Sonra da mantar tabancası gibi oldu. Eğitim alanından dönüşte sağda solda böğürtlenler vardı. içtimaya giderken oralara dalar, ağzımız yüzümüz böğürtlenlerden mosmor bir vaziyette komutanın karşısına çıkardık. "Böğürtlen yiyenler bir adım öne çıksın" dendiğinde kimse yüzünün farkında olmadığından sesini çıkarmazdı. Komutanların ve dolayısı ile askerlerin de bizler gibi esprili, duyguları olan insanlar olduğunu ilk kez orada idrak etmiştim. Üsteğmenin karşısında ayakta ama kolları kavuşturmuş vaziyette anlattıklarını dinlerken bana tatlı tatlı "Komutanın yanında bu şekilde durulmaz değil mi" demişti. Ben de bir gaf daha yapıp "Pardon" demiştim. O da yine tatlı tatlı "Komutana pardon da denilmez değil mi, "emredersiniz komutanım" diyeceksin" demişti. Bunları gerçekten tatlı tatlı demişti. O yüzden ben karakterdeki bir insan için çok etkili olmuştu. Benim devrelerden istanbullu Rıfat ın her hafta sonu tüyüp Galatasaray maçına firar etmesinden ve sonra da aynı şekilde içeri hiçbir şey olmadan girmesine acaip fitil olurdum. Adamın gitmesine ya da dönmesine değil de bu işi yaparken kimsenin fark etmemesine... iki üst devre olup komutanımız sıfatındaki asteğmene bir gün "Yahu PKK intihar eylemini burada yapsa dünya kadar insan ölür. içeri girse çıksa kimse fark etmez. O biçim de sansasyon olur." demiştim de o üsteğmen beni çağırtmış "Evladım bir duyum mu aldın" demişti... Aynı adam son gün bizi foça ya uğurlarken ağlamıştı. Koskoca komutan ağlamıştı gerçekten. En komiği de izmirli devrem ve hemşom Eftal in subay şapkasını çıkarıp duvara dayayarak ağlamasıydı. Aynı zamanda duvarı yumrukluyordu. Tuzla Piyade Okulu yaşanılan her türlü pisliğe, şaklabanlığa, zorluğa, eziyete, cezaya rağmen insanın içine işleyen unutulmaz izler de bırakıyordu. Gecenin ikisinde bir gürültüyle uyandım. Herkesin elinde birşeyler var. Meğer Almanya dan gelen Bilgehan ın çocuğu olmuş. Herkes de hediye diye ellerindeki Çokoprens, Halley, Bulvar Gazetesi ni Bilgahan a veriyordu. Rıfat da o zaman Bilgehan a "Oğlum sevinsene lan azıcık, buradakilerin yarısı otuzbir çekmeyi bile bilmiyordur." demişti. Gırgır, şamataydı. Ben Hababam sınıfının bir üyesi gibi yaşadım açıkçası orada. Yine hemşom Serhat a bizim Ufuk asteğmenin üniformasını giydirip alt katta kalan 3. bölüğün koğuşuna inişimiz, hepsini sıraya dizip şnav çektirişimiz sanırım Tuzla Piyade Okulu nun unutulmazları arasındadır. Ama onlar da pek saf lavuklarmış.
Yemekhaneye giderken tek sıra halinde giderdik. ilk çarşı izninden sonra nişanlımı bırakmışım ve gelmişim bölüğe, tek sıra halinde ve elbette ki uygun adım yemekhaneye gidiyorduk. Tam o arada gürbüz bir üsteğmenin sesi çınlattı ortalığı. "Sen, dördüncü sıranın 3. adamı. Beyniyle ayakları arasında uyum olmayan herif. Gelirsem o adımlarını ben düzeltirim." ilk önce gülümsüyordum. Sonra 4. sırada olduğumu fark ettim ve 3. adamdım. ..mına koyim. Adam bana isabet ettirmişti. Zaten aynı anda sağda solda sırıta sırıta adımı söylemeye başladı aşağılık devrelerim. Yemekhaneye gelince de alışılagelmiş bir yemek duası okunurdu. Sonrası ise bir utanç kaynağı. Hemen hepsi üniversite mezunu olmuş, ortalamanın üzerinde bir eğitim almış bu pırıl pırıl insanların bir anda zombiye, kurtadama dönüştüğünü görürdünüz. Yemekler masalara tencelerle bırakılır ve masaya oturanlardan biri seçilir, yemeği o dağıtırdı. Ama ne kavgalar, zıplamalar olurdu. En çok da tavuk ve balık çıktığında. Herkesin içindeki o vahşi hayvanın uyandığı yerdi yemek masası...
Unutmadan... Tuzla piyade okulu kocaman bir yer. Bunun bir kaç binasında asteğmen adayları eğitim görürken taa öbür binalardan birinde de teğmenler eğitim görürdü. Ve teğmenlerin içinde bayan teğmenler de vardı. Bir sabah koşusu esnasında üzerinde atletli bu koşan bayan teğmenleri gördük. O zaman teğmen olduklarını bilmiyoruz tabii. Yaklaşık 2 aydır tek kadın görmemiş onlarca bünyenin birden gözü döndü. Sanki askeriyenin içinde değiliz da kordon da dolaşıyoruz. Hemen arkalarından koşmaya başladık. "Üff yavrum...", "emirerin olayım" gibi laf atmalar da başladı. Şimdi durup düşününce anlam veremiyorum açıkçası. Ne olmasını bekledik acaba? Kızlar bize pas mı verecekti, çıkmaya mı başlayacaktık, ya da boş binalardan birine mi atacaktık onları. Cevap yok. Tamamen hayvani dürtülerimizin etkisi altındaydık. Nitekim az sonra kızlar basket oynayan bir grup erkeğin yanına gittiler. Yani kaçtılar... içlerinden biri atıldı hemen bize doğru. "Bakın, biz teğmeniz. Askerliğinizi yakarsınız. Basın gidin." dedi. Ama bunu gerçekten tatlı tatlı, bağırmadan söyledi. Adam gerçekten o an için bizim komutanımız düzeyinde. istese "Yatın lan" deyip sürürdürür de şnav da çektirir. Kimse de bir bok diyemez. Hele ki yaptıklarımızı söylese sürünüp, şnav çekme ödül gibi gelirdi bize. Ama gelin görün ki bu iyi niyetli adam o zaman 27-28 yaşlarında olan bizlerden 7-8 yaş da küçüktü. Temiz yüzlü ama kısa boylu, daha sakalları bile terlememiş bir genç adam. O an ne düşündük bilmiyorum ve kimin dediğini hatırlamıyorum ama içimizden biri "Yakmazsan adam değilsin lan göt" dedi. Haydaaa geri kalan arkadaşları da koşa koşa girdiler ve ayırdılar bizi. Karşılıklı tehditler ile uzaklaştık. Ben de ayırmaya çalışanlardanım, imaj bozulmasın. Olaysız ayrıldık sonuçta...
Kısacası çok konsantre bir şekilde paylaşımlar yaşanacak ve askerlikten de öte insani ve arkadaşlık duygularının pekişeceği bir yerdir Tuzla.
Sonrasında da yüksek ihtimalle Foça'ya gidilir.