siir ve sair

entry2 galeri
    ?.
  1. "Şiir, denildiği gibi kesin gerçek değilse bile,şiirdeki gerçeğin kendi kendini araştırdığı bu son sınırda, onun en yakın amacı, en yakın kaygısıdır. Benzetme ve simgeye dayanan düşünceyle, aracı imgenin uzak parıltısıyla ve bunun binbir çağrışım zinciri üzerindeki karşılıklılık oyunuyla
    ve sonra, varlığın bütün deviniminin aktarıldığı bir dil yardımıyla, ozan, kendini hiçbir zaman bilimin olamayacak bir gerçek üstünün iyesi kılıyor. Şiir, bir tanıma yolu olmaktan çok, bir yaşama, hem de bütünüyle bir yaşama yoludur. Mağara çağlarında yaşayan kişide bir ozan vardı, atom çağında yaşayan kişide de bu var olacaktır.*

    Sağlam bir kafa, merhametli bir yürek güzeli yaratabilir ancak. Zamanın bilgisini kuşanmış, sınırların ve egemen sistemin farkında olanın yazıp söyledikleriyle, ben merkezli düşüncesinin ötesine çıkamayan, dar çember içinde dönenip duranın yazıp söyledikleri bir olur mu? ilki, sokaklarından, kentlerinden, toplumsal ilişkilerinden ve dünya coğrafyasından savrularak, evrenin akla hayale sığmayan derinliğine doğru yol alır ve insanı bunların odağı kılar. Birbiri ardına aktarılan masalları çoğaltmakla yetinir diğeri. Zaman içinde her köşesiyle değişime uğrayan düşüncemize koşut olarak az ya da çok dil ve düşünce de değişir. Yani anlatımın rengi, kıvamı, tonu ait olduğumuz katlardan izler taşır. Sessiz ya da coşkun bir sel gibi akan düşüncenin bu halini kimseler engelleyemez. Önemli olan bu akışın ayrımına varıp, bir kenarından bütüne dahil olmaya çalışmaktır. Yoksa, günümüzde görüldüğü gibi şiirin cininden, tanrısından vb. ipe sapa gelmez hurafelerden medet umanların tanığı oluruz.

    Şiirin mantıkla ilgisinin olmadığını ısrarla hayata geçirmeye uğraşanlara katılamıyorum.Bir müziğin, ahengin, ritmin yaratılabilmesi için bilgi'nin ön koşul olduğunu kabul ettiğimize göre, bu ve benzeri olguların anlayışımızın üzerinde olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani şiire dair "tanrısal duygular" dan söz etmenin, önsezi ve meczupluklarla üretmenin olası olmadığını, her an uç veren düş ve düşüncelerimizin bizde başlayıp bizde bittiğini rahatlıkla öne sürebiliriz. Hayata dair kafa yoran, araştıran, ayrıştıran ve yeni bütünlükler oluşturanın, gerçek karşısında zaman zaman şaşırsa da hiç de bocalamadığını görüyoruz. Eşyanın dış yüzüyle ilgilendiği ölçüde içe, derine iniyor o. Geleneğin çürümüş yanlarını umursamadan yeni kapıları aralıyor. Birilerine aykırı gelse de, ait olduğu doğanın bir türevi olduğunu duyumsayarak bu zorunlu ve hiç durmayan akışa katılıyor. Bu noktada bir gerekirlilik çıkıyor karşımıza; doğanın, evrenin, toplumsal ilişkilerin bilgisini kuşanmış bir düşüncede yani insanın yalnızca kendisine ait, kendisini çoğaltan-eksilten, çözümleyen hayallerinde dış dünyanın da yer alması gerekirliliği.
    Irmak yatağından beslenir. Suyunun delicoş veya durgun akmasının önemli nedenlerinden biri de kıyıları, kayaları, bükleri ve ele avuca gelmeyen yığınla kımıltılarıdır. Suyu köpürten, deniz kokusuna doğru şahlandıran etmenler aradan çekildiğinde, cılız bir dere kalır gözümüze yansıyan panoda. Düş ve düşünce potasında dağları, denizleri, dünya coğrafyasını, ilişkilerini harmanlayan bir şairi yatağına sığmayan ırmağa benzetebiliriz. ileri hamlelerinin oluşturduğu köpükler, dalgalanmalar vb. hareketlilik içinden fışkıranın dirim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumu yani yatağını ve bu yatağın içerdiklerini küçümseyenin sayıklamalarıysa kimseleri ilgilendirmez son aşamada. Birileri tarafından benimsenebilir, yazıp söyledikleri güzellenebilir ama bu tavırlı yaklaşımların altı biraz eşelendiğinde ucuz çıkarların, yalan ilişkilerin, çürümüşlüğün tanıkları oluruz. Ben merkezli düşüncelerle oluşturulan antolojileri açın bakın, hayata, has şiire ve şaire ihanet edildiğini kendi gözlerinizle göreceksiniz. içinde yaşadığımız toplumsal dokudan yükselen küf ve çürük kokusuyla bütünleşenlerin, bu bataklıktan başka yaşanabilecek yer olmadığını sananların gerçek'i hayatın hangi kımıltısıyla örtüşebilir? Şiiri, kutsal kitapların ayetlerine ve ben'e indirgeyenlerin özgürlüğünden söz edilebilir mi?

    insana özge her akılda var olan düş odalarının sınırsızca genişletilmesinin biricik yolu okumalardan, yorumlamalardan geçiyor. Nesnel gerçekliği ortadan kaldırıp, mucizelere bel bağlayanların ve bunları çoğaltanların, güzellik ve yaşam adına hurafeleri kalabalığın malı kılanların her gün biraz daha çoğaldıklarını görüyoruz. Kirli siyasetin ürünü, kılıktan kılığa bürünerek aramızda yer buluyor. Bu karmaşada toplum adam gibi anlama, anlatma yeteneğini yitiriyor. Önüne sürülene ister istemez boyun eğer görünüyor. "Halk, lâyık olduğu biçimde yönetilir" diyenlerse, dayatmaları, kuşatmaları, beyin yıkamaları vb. olguları dile getirmekten kaçınıyorlar nedense. Dış dünyayı bilgi birikimine ve geleneğin kimi yakıcı kurallarına baş kaldırarak algılayan,zamanı ve mekânları yeni anlamlar yükleyerek ayrıştırıp yeniden bütünleyen, özdeksel ve tinsel değerlerin ait oldukları katların bilincinde olarak gündeme yeni söylemler getirenlerden korkuluyor hâlâ.

    Toplumun kan kaybı, genel olarak şairin ve şiirin de kan kaybına neden olmaktadır. Toprağı, suyu,havası daraltılan bir bahçenin solup kuruması gibi, özgürlükleri daraltılan şair de doğallığını yitirecek ve kokusuz naylon güller üretecektir. Onlarca yıldır süregelen uygulamalar sonucu, kalabalığı tarikatlara bölen kirli siyasetin altında kalan insanın yapıp etmelerinden ne yazık ki şair de payına düşeni aldı! Şimdi, şiir tükendi, tükeniyor diyenlerin belirlediği gerçek biraz da bu. Binlerce yılın içerisinde birkaç kuşağın yanıp kavrulmasıyla, toplumsal yapının eskileri benimsemekte ayak diremesiyle artı eksi sonsuzdaki akış durmaz yani şiir asla tükenmez. Ama gönül istiyor ki bu karanlık örtüyü dokuyup üstümüze serenlerin kimler olduğu bilinsin artık. Güncele, bin yıl öncenin giysilerini giydirmeye uğraşanların gerçek yüzleri görünsün.

    Şairi ve şiiri açmazlara sürükleyen kirli siyasetten söz edip durdum. Şimdi vereceğim sadece bir örnekle güzelliğin nasıl kuşatıldığı iyice anlaşılacaktır. Şiir ödüllerini veren jürilere çevirin gözlerinizi bir an; ömründe bir tek dize yazmamış, sanata dair bir tek satır üretmemiş kişilerin buralarda yer aldığını göreceksiniz. Hafızasında binlerce şiir olsa da, üretmeyen biri/birilerinin hafızlık'tan öteye gitmeyen düşüncesinin seçkici yanına nasıl güvenilir? Şiir için yüreğini terletenlerin ilk önce yakalarından bu kirleri temizlemeleri gerekiyor. Ki şiirin tükenmişliğinden söz edenlerin görevlerinden biri de bu olmalı bana göre.

    Doğada, toplumda, hayatın her karesinde var olan şiiri ele geçirebilmek, dilin tartısına vurup yeniden yoğurabilmek için yeteneğin yanı sıra dünyanın, evrenin, evrilmelerin bilgisine de gereksinim vardır. Egemen sistemin sözcüsü konumundaki şair babaların şair oğullarını ödüllendirdiği, hafız'ların ömrümüze, yani şiirimize yön belirlediği bir zaman dilimini yaşıyoruz. Payımıza düşen güneşin ayrımına vararak ben'den bize doğru yol almalıyız. Yoksa, etrafımızı çeviren bataklık daha da derinleşecektir.
    Şiir kalın.
    * *
    0 ...