laiklik yerden mantar gibi bitmemiş bir kavramdır. birbirini tetikleyen bir dizi tarihi olayın sonucunda ortaya çıkmıştır.
şimdi sanki bir ihtiyaçtan doğmamış gibi, sanki insanlar "hadi laikçilik oynayalım jean pierre" diyerek sikinin keyfine laiklik kavramını benimsemiş gibi bizim ülkedeki laiklik yeriliyor bazılarınca.
bunlar tabii bilgi eksikliğini beylik laflarla bezeyip, oraya buraya serpiştiriyorlar. şemsiye açarak kurtulmak ne mümkün bu adamların ağzından saçılan tükürüklerden. güdümlü füze mübarek. neyse allahtan pastör diye biri var da buna karşı da efsunluyuz.
şimdi ilk evvela laiklik bu topraklarda ortaya çıkan bir kavram değildir. avrupa' da peydah olmuştur. ya nasıl peydah olmuştur?
avrupalı ticaretle sermaye birikimine ulaşmış, soylu kesim dışında da hatırı sayılır burjuva sınıfı ortaya çıkmıştır. bu adamlar da "kardeşim dayamışsın sırtını kiliseye, car car ötüyorsun. bi sus ulan, bi çay koy" demek suretiyle ve hatta "ulen vergi toplamayı biliyorsun da iş bize geldi mi bik bik ediyorsun ipne kral" diyerek teokratik, mutlak monarşi rejimine ayarı vermiştir.
bu noktada insanların hala "laiklik çok saçmaaaa" demelerini gerçekten ilginç buluyorum. yahu bunun tersi şu "kralınız olarak söylüyorum, geçen tanrıyla karşılaştım. bana dedi ki -len filip sen çok şugar bi adamsın. senden kral olur. git şu fransız kullarıma kral ol. papaya da benden selam söyle"
gülüyoruz değil mi? işte ben de laiklik denen kavramın ne menem bir şey olduğunu bilmeden vidi vidi sesleri çıkaran hamam böceklerini görünce böyle gülüyorum. allah iyiliğinizi versin emi? bir gün boğazımda düğümlenecek rakıma meze olan beyaz leblebiler, o olacak.
neyse ülkemizdeki laiklik uygulamasına gelirsek böylesi bir tarihsel süreçten bahsetmek mümkün değildir. çünkü ne burjuva sınıfı ne sermaye birikimi oluşmuştur bizim topraklarımızda. bunun nedeni son derece nettir. osmanlı merkezi otoritesini sarsabilecek güç odaklarının oluşmasını engellemiştir. nitekim ilk olarak türkmen halkıyla ilişkili sadrazamların , bürokratların kellesi uçmuş yerine bir bir devşirmeler gelmiştir.
selçuklu döneminden örnek alınan tımar sistemiyle bütün topraklar devletin ve dolayısıyla padişahın mülkü olmuş ancak belli bir hizmet karşılığında bu topraklar halka verilmiştir. ancak asla bir ailenin elinde kalmasına izin verilmemiştir. zaten ölen kişi oğluna miras bırakamazdı bu tımarı. bunlar bilinen şeyler.
gelgelelim osmanlı merkezi otoritesi yumuşadıkça ayanlar çıkmıştır, yeniçeriler çıkmıştır, ilmiye sınıfı denilen dini bilginler çıkmıştır meydana birer sınıf olarak.
ancak ayanlar bölgesel bir güce sahip oldukları ve avrupadaki burjuvazi gibi bir kültürel birikime sahip olmadıkları için bazı imtiyazlar almakla yetinmişlerdir.
yeniçeriler aslında padişaha sıkı sıkı bağlı kapıkulları olsalar da zamanla halkın içine karışmış ve askerliği bırakıp esnaflığa başlamıştır. savaşan yeniçeriler bütün ocağın küçük bir kısmı olarak kalmıştır. bunlar tabii olarak halkla birlikte hareket ettiklerinden ötürü saltanat bu sınıfı bir punduna getirip ortadan kaldırmayı sürekli istemiştir. hatta genç osman bilindiği üzere bu yüzden katledilmiştir yeniçerilerce.
tarihimizde pek de üzerinde durulmayan bir tarafı var yeniçerilerin. o da şudur. bunlar aslında her zaman memleket aleyhine hareket etmemişlerdi. mesela kapitülasyonla gümrüksüz gelen yabancı ürünleri limanlardan sokmamış, yerli üreticinin ölmesini engellemiştir. mesela devletin maaş bağlayamadığı gazileri, şehitlerin ailelerini desteklemişler ve hatta bazen esnaf yeniçerilerden alınan paralarla devletin verdiği uyduruk tüfeklerin yerine kendi tüfeklerini almış öyle savaşa gitmişlerdir. işin ilginci 1800' lü yıllarda yeniçeriler mevcut saltanatı yani osmanlı sülalesini iktidardan uzaklaştırmayı bile düşünmüştür ve hatta cumhuriyet fikrinin tartışıldığı rivayet edilir ta o zamanlar.
elbette şahsi çıkarlar uğruna sadrazam kellesi de almışlardır, ganimet muslukları kapandı diye "savaş isterük" de demişlerdir. ama en nihayetinde toplumla en iç içe sınıf da budur. ve bu gerçek üzerine de osmanlı, yeniçerileri ve dahi bektaşileri topla tüfekle ortadan kaldırmış ve yine iktidarına ortak olan sınıfı bertaraf etmiştir.
ilmiye sınıfı hiçbir zaman halkla bir olamamıştır. onlar ibadethanelerin içinde günlerce tefekkür içinde kalmayı tercih etmişler, pozitif bilimden uzak rüya aleminde topluma önderlik etmeden sadece dini nasihatler vererek ömürlerini geçirmişlerdir. dolayısıyla toplumun ilmiye sınıfını önder olarak görmediği de ortadadır. zaten ilmiye sınıfı saltanatsız yok olacaklarını bildiklerinden ona sıkı sıkı bağlı kalmıştır.
işte gördüğünüz gibi saltanatı halkın istekleri doğrultusunda denetleyebilecek, iktidarı ilahi olduğu hikayesine değil, dünyevi olduğu ve sorgusuz sualsiz saltanatın her dediğinin kanun olamayacağına inanan bir sınıf ortaya çıkmamıştır osmanlıda.
tabii batılılaşma hareketleri sonucunda bazı üst yapı kurumları ithal edilmiştir. anayasa, meclis gibi. ancak bu üst yapı kurumlarının alt yapısı sanayi, aydınlanma, sermaye birikimi olduğundan bu kurumlar da aslında bir tiyatro sahnesinden daha işlevsel olmamıştır toplum menfaatleri açısından; çünkü osmanlı' da ne aydınlanma olmuştur, ne sermaye birikimi ne de sanayileşme. ama osmanlı subaylarını, bürokratlarını avrupaya yollamaya devam etmiştir. bundan etkilenen bürokrasi doğal olarak cumhuriyet, meclis, pozitif bilim gibi konularda bir birikime sahip olmuştur.
bunun yansıması olarak ittihat ve terakki gibi en azından lafta ilerici siyasi akımlar ortaya çıkmıştır özellikle milliyetçiliğin etkisinde. şimdi bilinmeyen bazı gerçekler var. onlara da girelim yeri gelmişken. ittihat ve terakki doğal olarak kötülenir sürekli. nitekim eleştirmek kolaydır böylesi toyca işler yapan insanları. ama mustafa kemal bile bir ittihatçıdır. zaten mesela harf devrimine benzer fikirler bu ittihatçılar arasında hep konuşulmuştur ve hatta cumhuriyet fikri ve hatta laiklik. ama bir bütün olarak ittihat ve terakki laik düşünce sistemini kabul etmiştir denemez. ancak ittihatçılar içinde laikliği benimseyen kesimler gizli açık, öyle veya böyle vardır. en azından meclisin varlığı konusunda ısrarcı oldukları bilinen bir gerçek.
neyse sonuç olarak avrupanın üst yapı kurumlarını benimseyen osmanlı ileri gelenleri vardır. bu bilinen bir gerçektir. ama yine bilinen bir gerçek o donun bu göte bol gelmesidir. yani osmanlı toplumu ne milli bilince sahiptir, ne birey olarak bir değeri vardır -sadece tebadır çünkü-, ne de daha fazla özgürlük talebi vardır. çünkü köylüdür bu kitleler.
evet, türk toplumu asırlarca ticari hayattan, üretimden, verimlilikten, düşünsel aktivitelerden uzak tutulmuştur. böylece köylü-asker bir toplum haline getirilmiştir. nasıl aydınlanma felsefesinden etkilenen fransızlar gibi ayaklanacak da saraya dayanacak? "özgürlük" diyecek bunlar? dememişlerdir doğal olarak.
ama kendi bekasını devlet bekasıyla bir tutan saltanat, imparatorluk elinden kaydıkça halkına daha fazla eziyet etmiş, daha fazla ezmiştir. doğal olarak bu kadar durağan bir toplum yapısına sahip olan osmanlı halkı buna sabır göstermiş ama devlet de halk da sürekli geride kalmış, kirlenen kanı temizleyecek mekanizmaları geliştirememiştir.
"şimdi medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" edebiyatı da yapılabilir. efendim öyle sömürdüler, böyle ettiler, şöyle emperyalistler.
tamam da kardeşim bu adamlar evinin kapısını kırdı mı? kırdı. karını aldı yatağın üstüne attı mı? attı. tecavüz etti mi? etti. eee nedir senin dediğin? nedir buna karşı argümanın? senin mutlak monarşi, köylü toplum yapısı, teokratik devlet buna bir önlem alabildi mi? hayır.
sonuç olarak kurtuluş savaşı verilmiş, ve atatürk sivilleşerek düşüncelerini bir bir devrim olarak hayata geçirmiştir. laiklik de bunlardan biridir.
mesela saltanat kalkmıştır bu laiklikle ilintilidir, halifelik kalkmıştır bu laiklikle ilgilidir. şeriat kanunlarına dayanan mecelle kalkmıştır bu laiklikle ilgilidir. bunları yapmıştır ve evet bunları tepeden inme yapmıştır.
çünkü laiklik talebi halktan gelmemiştir. çünkü bunun alt yapısı oluşmamıştır. bunu on kere söyledim ki anlaşılsın. ancak "laiklik gerekli mi lan işte ne güzel gül gibi geçiniyoduk" diyenlere yakın tarihi hatırlatıyorum yine. kapını kırdı mı? karını yatağa attı mı? tecavüz etti mi elin oğlu?
işte o oldu canım laik olmadın da, işte kaderini teslim ettin saltanata böyle oldu canım benim. sen masaya yumruğunu vuramadın, hakkını istemedin, "yeter lan" demedin böyle oldu hayatım. ha atatürk, senin bunu diyebilme hakkını eline vermiş sen hala "laiklik çok saçmaaaaağğğ" diyorsun.
şimdi bu toplumun değerleriyle laikliği karşı karşıya getirmeye çalışan yarı cahil provokatörlere şunu demek lazım. laiklik dinsizlik demek değildir. bunu hala anlayamıyorlar bazıları.
"efendim kuran' ı siyasi, hukuki hayatın dışına iterseniz dinden olursunuz" diyorlar hala. pekiyi kuran ne der acaba bugün karşılaştığımız girifit, çetrefilli, karman çorman konularda? bir önerisi var mı?
-eee var. hırsızın elini kes bak çok süper olacak.
-tamam oldu.
-miras hukuku?
-efenim erkeğin yarısını alsın.
-kıymetli evrak hukuku?
-faiz haram.
geçiniz.
tabii bir konu var ona da değinmeden duramam. islam hukuku da kuran temelli de olsa eninde sonunda karşılaşılan her yeni olaya o felsefe içinde yeni bir cevap getirilmeye çalışılmasıyla ortaya çıkmıştır. yani uzun lafın kısası o da insanidir. bunu da diyelim. ama kuran' ın temel adalet felsefesi ile insani kanunlar ne kadar örtüşüyorsa ilahi kanuna da o kadar uyar. bu kadar basit.
şimdi siyasi hayatta islamın ne önerisi var? kuran der ki işlerinizi tartışarak çözün. fikir birliğine varın. bakınız bu ne demektir? cumhuriyete atıf yapılmamış mı?
yıllar önce şu kıbrısta amish gibi yaşayan sarıklı cübbeli bir adam vardı. adama sordular pekiyi senin önerin ne?
-efendim bir bilenler kurulu olsun. onlar yönetsin devleti. işi bilenler yapsın.
-kim karar verecek kimin işin ehli olduğuna?
-eee şeyyy. allah.
tamam oldu işte. allah karar verecekmiş. ama vermiyor kardeşim. biz karar veriyoruz. işte laiklikle, karşıtı arasındaki fark bu kadarcık. bu kadar basit aslında.
yani beni yöneteni ilahi mi kabul edeceğim ve her dediğini allah emri olarak mı algılayacağım? yoksa ben mi seçeceğim beni yöneteni ve sorgulama hakkımı elimde tutacak mıyım? yani maymun mu olacağım? yoksa insan mı olacağım? evet, soru budur. cevabı ya muzla ya da insana kul olmadan özgür bir birey olmakla ödüllendiriliyor. kimine afiyet olsun kimine selam olsun.