ah dostlarım maalesef hayat hep güzellikler vaad etmiyor...
güneş başka bir şehri aydınlatmak için ufuktan kaybolurken insanlar sanki bir yerlere, bir şeylere geç kalmışçasına kumsalı boşaltıyorlardı. ben ise yanan omuzlarımın acısına inat hala şezlongta uzanıyor, turuncudan pembeye dönen ufuk çizgisine bakıp, ağrıyan omuzlarım için değil acıyan kalbim için gözyaşları döküyordum...
evet yıllar önceydi ve tıpkı bugün gibi güneş ufuk çizgisinden kayboluyor, insanlar deniz ve eğlencenin aslen yeni başladığı bu saatlerde plajı terkediyorlardı, biz ise şu an tam hatırlayamadığım bir arkadaş grubuyla sabahın ilk ışıklarıyla geldiğimiz bu kumsalda gece yarısına dek kalmayı planlıyorduk.
dediğim gibi kaç kişi olduğumuzu, kimlerin olduğunu tam hatırlamıyorum ama berk hariç, tabi bir de mehmet...
dürüst olmak gerekirse berk'ten hoşlanıyordum, hadi adını tam koyalım kör kütük aşıktım ama aşık olunmayacak çocuk da değildi, yakışıklı, uzun boylu, kumral ve birde z3'ü var. berk'in de bana karşı boş olmadığını düşünüyordum, sanki bana bir başka bakıyor, benle ekstra ilgileniyor gibiydi ama neden bir türlü açılmıyordu anlamıyordum...
biz kumsalda otururken erkekler içecek bir şeyler almak için uzaklaşmışlar, dönerken berk ve mehmet gruptan biraz ayrı konuşarak geliyorlardı.hep beraber biralarımız içip biraz gülüşüp lafladıktan sonra bir ara berk kulağıma doğru eğilmiş " biraz konuşabilir miyiz?" demiş, ben ise küt küt atan kalbimin sesini dindirmeye çabalayarak "hımmm, olur" dedim...
beraber kumsala paralel yürüyor, yer yer ayağımıza vuran dalgalarla ürpererek kayalıklara doğru ilerliyorduk. biraz anlamsız cümleler kurduktan sonra berk sesine biraz daha ciddi bir ton vererek söze başladı.
- elif bir şeyler söyleyeceğim ama nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum doğrusu...
+ haha ne söyleyeceksin merak ettim.( bunu söylerken küt küt atan kalbime rağmen umursamaz ve soğukkanlı bir ses tonu kullanmaya özen gösteriyordum)
- ya ama kızmak falan yok, tamam mı?
+ ya tamma söyle merak ettim..
- mehmet'i bilirsin, çok iyi çocuktur...
+ eee? ( mehmet kelimesini duyunca şaşkınlık hayal kırıklığı arası bir cızırdama oldu içimde)
- ya mehmet...
+ ee söyle ne söyleyeceksen. (lafın nereye geleceğini anlamış ve sinirden ağlama noktasına gelmiştim)
- mehmet senden hoşlanıyor ama açılamıyor o yüzden ban...
+ ya bana ne memet salağından ya, hem sana ne kendi ağzı yok mu ?
- ya o çekiniyo söyl...
+ istemiyorum onu, hiç kimseyi istemiyorum(bunu söylerken gözlerim dolmuş sesim titriyordu)
+ hiç kimseyi istemiyorum, kendimi bir ilişkiye hazırr hiss( kelimeler boğazıma dizilmiş, konuşamıyordum, arkamı döndüm koşmaya başladım)
- elif, eliff dur bi dakika, elifff bak, elifff!
oradan koşarak uzaklaştım, ilerlerde bir yerde yalnız oturdum biraz, içimde kıyametler kopuyordu, sevdiğim, aşık olduğum çocuk yanıma geliyor, tam dünyalar benim olacak derken, içim kıpır kıpır coşarken tüm dünyayı başıma yıkıp bana çulsuz, bir yazlığı bile olmayan fakir ve çirkin bir arkadaşı için aracılık yapıyordu. cennetin kıyısında bana cehennemi öneriyordu.
kendimi biraz toparladım, yıkıldığımı kimse görmemeliydi, yenilmemeliydim, gözyaşlarımı sildikten sonra arkadaşların yanına döndüm ve rahatsız olduğumu ve gitmem gerektiğini söyledim...
işte yıllar geçmişti, yine bir akşam vakti ve ben hala hiçbir zaman kavuşamayacağım, hiçbir zaman göğsüme saramayacağım ve üstelik bana çulsuz bir arkadaşı için aracılık yapan biri için ağlıyordum..
***
bırakın refah düzeyi yüksek bir yaşam vaaadetmeyi, dandik bir yazlığı bile olmayan bir erkek müsvettesinden çıkma teklifi almaktır.