...Bazen düşünüyorum da herkes benim kadar patavatsız olsa en azından doğruları söyleyen insanlar da olurdu etrafımda. Gizlemeyn bir soru sorduğunda cevap veren. Ama ne yazık ki herkes korku dediği duvarların arkasına sinmiş. O duvarları öyle sıkı örmüşler ki hiç ışık girmez olmuş içeri. Önlerini göremez olmuşlar. Kendi kurdukları karanlığın tutsağı olmuşlar. Sonra bakmışlar ki sesleri de çıkmıyor artık. Biriyle konuşmaya o kadar uzak kalmışlar ki konuşmayı dahi unutmuşlar...
Bense bu kadar duvarın arasında dışarda tek başıma kalmışım. Kafamı ne yana çevirsem duvarlar görüyorum. Bir sıcaklık hissetsem bir duvardan, yaklaşsam... Olmuyor sonunda orda da konuşmayı unutmuş biri çıkıyor. Aslında çıkamıyor. Bir çıksa belki yardımcı olabilirim ama çabalamayı bile çoktan unutmuş... Herkes kendisini yalnız bırakmış duvarlarının altında ve o duvarlar arasında artık ben de yalnızım. Işığım var benim belki ama kimseyi aydınlatamadıktan sonra neye yarar. Güneşim var belki ama kimseyi ısıtamadıktan sonra neye yarar. Ben varım belki, belki de yokum. Çok önemli mi peki bundan sonra. Kimse sesimi duyamazken.. Ya da duyup da cevap veremezken...
Şimdi soruyorum kendime umutlarımı tüketmeli miyim artık, boşa mı kürek çekiyorum gerçekten? Yoksa o duvarlardan birini yıkabilir miyim, gerçekten inansam belki, ışığmı güneşimi kullansam eritsem o duvarı bir şeyler değişir mi? Düşününce karanlık diye bir kavram yok aslında değil mi? Biz sadece ışığın olmaması durumuna karanlık diyoruz. Aslında o karanlıkta kendimizi kaybettiğimiz için ondan korkuyoruz. Demek ki gelip elimizden biri tutsa yolu gösterse yolumuzu bulabileceğiz.
Hey benim yaşadığım yerde ışık var ve burada yalnız olmaktan çok sıkıldım. Bu duvarlar ne kadar sağlam olabilir ki?