tedirgindi. ufak adımlar atıyordu odanın diğer ucuna doğru. eski moda kunduralar daha önce hiç tanışmadıkları, ölüm kadar soğuk betona secde ediyorlardı. birkaç parça sarıya çalan saç teli zeminde sırıtıyordu. duvarda hafiften yamulmuş eski bir resim asılıydı; resmin üst tarafı gözüküyordu, tozluydu... kırmızı boyalı duvarlar adeta yılların işkencesiyle kana kesmiş gibi sessiz, ölü bakışıyorlardı...boyalar kavlamıştı, altından sıvanın çirkin ala-bula rengi, adi ruj rengi boyaya meydan okurcasına gülümsüyordu, kendinden emindi...
tedirgin adımlar durdu... eski kapının kalbine saplanmış, bir daha hiç çıkmayacakmış edasında, yıldızlar gibi, uzaklardaki ışıklar gibi bir yanıp bir sönen halinden daha çok yeni olduğu anlaşılan gümüşvari bir anahtar silueti çocuğun gözlerine takıldı. ansızın usta bir el uzaktaki anahtara uzandı...belli belirsiz bir gıcırtı duyuldu. anahtar döndü, "dünya da dönüyor muydu acaba"!....
çocuğun gözleri hala anahtardaydı. dünyanın bütün kapılarının eşsiz anahtarı karşısındaydı sanki...kararsızdı,her zerresinde bu kararsızlığı yaşıyordu ve korkuyordu...başını öne eğdi...kafasını kaldıramıyordu...kımıldayamıyordu...kısacık bir aradan sonra ümitsiz bir umutla, isteyerek mi istemsiz mi bilmeden donuk gözlerle ona baktı...cisminin her noktasını yakıcı bir duygu istila etti...utanıyordu...ilk defa cesaretini toplamış ve gelmişti fakat anlayamadığı ve anlatamadığı bir şeyler oluyordu...bir damla yaş düştü tozlu karanlığa...gerisi yok....