--spoiler--
Masumiyet, 97 yılının Türkiyesinde büyük yankı uyandıran bağımsız sinemanın öncüleri arasında sayılır. Demirkubuzun 2.filmi olan Masumiyet bir hikayenin az bütçeyle seyircinin baştan sona etki altına nasıl alınabileceğinin kanıtıdır.Filmin 19 gün gibi kısa bir sürede çekilmesi bir yana filmdeki diyaloglar, ki bunların hiçbiri didaktik ya da edebi cümleler değil; bir o kadar edepsiz ve hayatın içinden cümlelerdir, bu filmi bir yerlere götüren unsurlardır.
Filmin açılışı Yusufun 10 yıldır bulunduğu hapishaneden çıkmak istememesiyle başlar. Düşünsenize hapisteki ceza süreniz bitiyor ve dışarı çıkmak istemiyorsunuz; ne kadar aptalca geliyor değil mi ? Peki Yusufu geri kalan ömrünü hapishanede yaşamaya iten ne? Hayattan o kadar çok korkuyor ki dışarı çıkmak istemiyor. Müdür mektubunu okurken sürekli açılan kapı Yusufu dışarıda yeni bir hikayenin beklediği gerçeğini açıklıyor sanki. Yusuf dışarı çıkınca yarım kalan hikayesinden başlıyor hayatına. Ablasının yanına gidiyor ama çok geçmeden oraya ait olmadığına inanıyor ve sessizce çıkıp gidiyor bilinmezliğe.
Yusuf, Uğur ve Bekirle tanışacağı otelde bulur kendini. Burası gidecek yeri olmayanların kaldığı, lobide oturup Türk filmi izleyen, filmin kahramanlarına üzülen hayatların tüketildiği bir oteldir. Bekir ve Uğurla tanışınca onların arasındaki ilişkiyi merak eder. Çünkü o da zaman geçmeden Uğurun çekim alanına girmiştir. Bekir nasıl anlatacağını kestiremez önceleri. insanların gözünde basit bir pezevenk olarak gözükmektedir ama her şey bu kadar basit değildir. Kaybedendir Bekir. Üstelik bunu aşkı için yapmıştır. Ailesini, evini, işini kısacası her şeyini aşk uğruna geride bırakmıştır. Bunu da kendine yol belli eğ başını uzun uzun yürü şimdi diyerek kabullendirmiştir. Bekir için aşk kaderdir. Artık kendini aşka teslim etmiştir. Aşkının yolu bellidir; o yol Uğurun yoludur. O yolda yürür. Masum bir sevenken yıllar geçtikçe Uğuru kaybetmemek için masum bir pezevenge dönüşür. Sonunda Yusufun onlara dahil olmasıyla Bekir belki de bu olanlara bir tanık bulur. Uğuru teslim edecek biri ,bir Bekir bulur ve artık gururuna söz geçiremez, intihar eder.Yusuf artık yeni Bekirdir ve o da artık Uğurun karşısında zayıf duruma düşmüştür. Bekir gibi karşılıksız aşkın girdabındadır artık ve gittiği yol Uğurun belirleyeceği yoldur ve bu yolda çoktan başını eğip yürümeye hazırdır.
Uğurun Zagora aşkı ise sonunun nereye gideceğini bilemediği yolculuktur. Sayısız kentler dolaşmış evlenmiş, kızı doğmuş, kızını da bu belirsiz yolculuğa sürüklemiştir. Çilem dilsiz, üstelik o da kaybeden olma yolunda ilerlemekte; hayatı ucuz otellerin lobilerindeki Türk filmlerinden öğrenmektedir.Üstelik bu yolculuktan yorulmuştur. Bekir kendinin yerine geçecek biri bulunca canına kıyarken Uğur ise kızını Yusufa bırakıp gidiyor. Artık sonunun belli olduğunun farkına varıp kendisini deli gibi seven Yusufun kızını da çok seveceğine inanıp ölüme gidiyor.
Aşkın kimi zaman saf masum olduğu kadar sert ve yaşamayı mecbur kılacak kadar fedakarlık gerektirmesi gerektiğini,aşk tek kişiliktir; lafının aksine aşk çok kişiliktir olgusu yerleştiren, izleyenin aşka bakış açısını değiştiren ve son olarak Samuel Beckett'in dediği gibi "Hep denedin /Hep yenildin/Tekrar dene/Tekrar yenil/Daha iyi yenil..."dedirten bir film. Film mi ? Hayatın ta kendisi aslında..
--spoiler--