bunu yapmak hep rahatlatır insanı. düşünüyorum, hayattaki belli başlı dinginlik ve rahatlamalarımın en başında, mutlaka bir şeylere vurmuş, kırmış, parçalamışım.
anlaşamadığım, kavga ettiğim insanlara vurdum. dayak yiyeceğimden adım gibi emin de olsam vurdum. genelde yumruklarımı çok sıkarak ve bağırarak vurdum. olmadı çok sağlam tokatlar attım, bunlarsa genelde kavga etmediğim ama bir ihanet/kalleşlik gördüklerim, ya da sabrımı taşıranlar oldu. attığım hiçbir tokattan pişman olmadım. hepsi için de, şu an geriye baktığımda, keşke daha çok yapsaymışım derim.
zıvanadan ölümüne çıktığım bir anda, kendime vurdum. insanlara nasıl vurduğumu o gün anladım. daha fazlasını hakediyorlardı.
çalışmayan aletlere, çocukça hislerle vurdum. çalışmayan bir araba teybini bile çalıştırdım bu yolla. hatta birinde elimi 20 gün kadar kullanamamıştım, ben eskiden gerizekalıydım, evet..
sözlerle vurdum insanlara, uyuz uyuz bakan bir adam görürlerken karşılarında, "ben zaten yaptım ki" temalı cümlelerle vurdum genelde. ağızları açık, dilleri tutuk kaldı.
ama bunların hiçbirinde, vurmaya doyamadım. şiddet, içimde hep hastalıklı bir tohumu yeşertiyordu. vurdukça vurasım geliyordu. steril plazamızın asansörü katları bir bir tırmanırken bile, en yakın iş arkadaşıma, "abi bugün dişlerim sökülene kadar kavga etmek istiyor canım" dedim. öcü muamelesi gördüm.
çekiç kullanmayı hep çok sevdim, çivileri, çaktığım yeri göçertene dek içine soktum, çiviler benim hıncımı alıyordu tahtadan.
"en büyük hayaliniz?" sorusuna, "gerçek bir savaşa katılmak" cevabını verdim bir çok kez. vurmayı çok sevdim, ezmeyi değil ama, öc almayı, o rahatlamayı, o düşmana yaklaşırkenki "seni .mına kodumun evladı" ruhiyatını çok sevdim.
vurmasaydım, daha kötü bir hayatım olurdu şimdi. vurmak bir terapidir.