cedric

entry626 galeri video1
    455.
  1. birlikte yaşadıklarımızın bana acıdan başka şey katmadığı yazar.

    anlatacağım ki bu gecenin buğusu en azından bir nebze olsun içimden akıtsın zehrini, boğazımda düğümlenip de daha fazla yormasın beni.

    hani olur ya, beş yüz mumluk ampullerin karanlığında bir düş kurarsınız. ışıl ışıl, rengarenk bir cümbüştür gördüğünüz, dünden ziyade ve yarından daha gerçek. Ama elinizde olanlarla geleceğin sisini dağıtmaya çalışırsınız. Çünkü ne geçmişin gölgesi, ne de bugünün işkencesi, geleceğe dair umutlarınızı yok edememiştir daha. işte o anlarda bilmelidir ki insan, farkında bile olmasa dahi umut aslında çok yakınlardadır.

    aslında her şey belki de bir otogarda başladı. belki birçoğu sevmez otobüs yolculuklarını ama ben severim. yollar uzadıkça ayaklarıma, dizlerime çöken ağrılar bana hayatın meşakkatini hatırlatır. yol boyunca birbirinin aynı çizgilerse hayatın monoton döngüsünü. yolda giderken gördüğümüz arabalar ise sanki bizim için yaratıldığını düşündüğümüz dünyada bir figüran bellediğimiz ve çoğu hayatımıza asla karışmayan insanları hatırlatır. trafik kazaları ise hüzünlü ayrılıkları. trafik ışıklarına tahammül edemez çoğu, ama ben o ışıklarda hayatımızın kırılma noktalarını görürüm. verdiğimiz kararları. tıpkı kavşaklarda olduğu gibi. ama elimizde olmayan, kadere bağlı kararlar gibidir ışıklar. otobüs yolculuklarında hayal kurmayı severim. çünkü yaşayamadığımız birçok şeyi hayal edebilmek için ve oturduğumuz o sıkıcı koltukta yapacak daha iyi bir şeyimiz olmadığını yüzümüze vurunca zaman, yaşamak istediklerimizi düşünecek yeterince vaktimiz olduğunu anlarız. kendimize yoramadığımız düşüncelerimizi düşlerimize yormaya mecbur kılabildiğimiz yegane zaman dilimlerine sahiptir otobüs yolculukları.

    işte öyle bir zamandı. hazirandı. ben çocuktum, evden kaçmıştım. yol bittiğinde değil, daha en başında anladım. ne bana bağışlanmamış kaygılar, ne de umurumdaki sorguların hecesinde yatırmamıştım gözlerimi düşlere. eski bir zamandı. hazirandı. çocuk gözlerle büyüttüğüm bir masalın encamında suda yüzdürdüğüm yazılarım kadar hayal, hissettiklerim kadar gerçekti. şehrin grisinden kurtulunca algılar, yeşilin dünyasında bembeyaz dilekleri gök kubbe kanatları altında daha bir arzular olmuştu sahipsiz adımlar çıkmazında.

    geride bir şehir, figüran dediğim binlerce, milyonlarca araba, trajik trafik kazaları, kader diye yuttuğumuz kırmızı ışıklar, hız limitini aştığımız yeşil ışıklar, iyi niyetlerle tükettiğimiz sarı ışıklar ve sızısını ellere bağışlayama niyetlendiğimiz yankılarla bir bilinmezin koynunda uyumaya gidiyorduk.

    bin bir rüya gördüm birbirinden zehir, bin bir dilek diledim birbirinden kahır... meğer ne yorulmuşum. ne kadar çok ben sanmışım başkalarını, kendileri sanmışlar aynadaki beni, yalanlarla avutmuşlar bendeki aynayı ve ninnilerle oyalamışlar içimdeki bebeği. uzun, yorgun, acı, güzel, zaman zaman tatlı, zaman zaman ekşi bir lezzetin karmaşasında uyuşturmuşlar tat alma duyumu. ruhlarına uzak ve ruhlarına yabancı kılmışlar ezelden beri. ebed müddet hengamenin ahterşinas istidadında çürümeliymiş ben'im. çürümeliymiş ki biraz daha ben olabileymişim. çürümeliymiş ki ben kalabilmek için biraz daha tutunabilbeli, biraz daha nefes alabilebilmeliymişim.

    Sonrası sağır sessizlik. Yol biter, acı diner, yara sağılır dediğin anda ise bir boşluğun yatağında zorbaca kundaklanmış bebek masumiyetinde, şeytana satılmanın acısını çok sonra kavrayacak çaresizliklerle kaderimi beklemişim. Horlanmalar, zorlamalar, yalnızlıklar, aldatılmışlıklar, hevesle başlamalar, başlayıp bitirememeler, bitirip unutamamalar, unutup sünger çekememeler... vicdansız sorgular büyütmüşüm uykularımda. uyandığımda anladım.

    Ben küçük bir çocuktum. meleklerce büyütülmüş, tanrıca kovulmuş, şeytana satılmış ve bir elma dilimi için cennetten olmuş. doğuşu birbirimizden kopuşu ruhlarımızın isyanında beslemişim özlemleri. ben büyüdükçe hasret mezarımda biraz daha yer açmışım yokluğa. dirhem dirhem çürümüş, parça parça koparılmışım kendimden. sonra talihsiz adımlar sokağında rasgele nefes alışların akarında yuvarlanmışım. biraz şefkat, biraz ilgi, birkaç küçük şeye tavken cennetimde, bir sinema biletinin hayalinde inletilmişim yerin yedi kat altlarında. otobüsle başlamış, tramvayla bitmişim; cennetten kovulup yerin yedi kat altına inmişim, koca koca pizzalarla değil ama bir peynirli burgerle de doymuşum. alışverişlerle yılmamış, bir sinemaya tavmışım. ne kadar da yanılmışım.**
    2 ...