Kaybetmek... Kaybetmek için yaşar insan. Yazmayı ise kaybetmenin en kolay kaçış noktası olarak görür... Hisseder... Kaybeder...
Hissettik, kaybettik. ilk ilmek sevgilinin gidişiyle kaçtı, sıra diğer ilmeklerde...
ilmek ilmek sökülecek gerçekler, fecre uğrayacak eğreltiler... Herkes kaçacak yer ararken, yalnızlık kendini yine de su yüzüne çıkaracak. Sizi bilmem de ben el-pençe olacağım yalnızlığa karşı mesela. Savunmasını hazır edememiş bir mahkum...
Yok yok, ifadesini dahi verememiş keşmekeşliğe kurban gitmiş birliktelik olacak tanımı...
Evet evet, bu kadar gaddar desenli yaşam, bu denli hırpalanmış sevgi...
Vebali yaşam!
Bütün emekler yerle birliğe oynayacak... Çimentosundan kısmış, ''varyemez'' bir müteahhit kokacak bu civar... Yokluk kokacak bu ben(siz)lik... Kaybetmek kokacak şehir...
Açma gözlerini koca koca, dikme bakışlarını umuda gelen olmayacak...
ilk giden gibi gidecek herkes... Yalnızlık bütün şehre dağılacak, baş döndürücü yalınlık hükümranlık sahibi olacak.
Gidişleri yaşatan koku saklayacak kendini; diğer gidenlere sinecek. Elemler canımızı yakmayacak, gidişlere olan aşinalığımız vuku bulacak peşi sıra. Gidecek kimse kalmadığı anda kendimizi terk eyleyeceğiz.
Sahipsizlik yaşam biçimi kaybetmek de fıtratımız olacak...
insan olmak; yenilgi odaklı yaşamaktan gezmezmiş, derlerdi. Sancılı duygular, düşük tehlikesine mahkumluklarla doluymuş birliktelikler, halbuki...
Bugün, yarın, seneye, ilelebet işte... Açık bırakıldık kapılara, açık bırakıldık yenilgilere. Aç bırakıldık sevilmeye. Aç kaldık biz...