yaz aylarına özgü, serinliğinden memnun bir sabah. böyle havaları seviyordum. geniş yapraklı büyük bir ağacın altında allah ne verdiyse yiyor, öteden beriden türlü laflar ediyor, kah gülüyor kah kaşlarımı çatıp düşünür pozlar veriyordum. birden aklıma burada öldürdüğüm her saat için yerime fazladan bir saat çalışan dünya insanının kim olduğu sorusu geldi. muhtemelen çinli hyon kim hwon'du yada ahmet abi.
o vakitler benim için hayat bir ağaç dibinde oturup dingin bir yavşaklıkla taşaklarımı sıvazlayarak matematik bilimiyle, kadim filozoflarla, ezberlenmiş fikir cümleleriyle taşak geçmekti. o an "insan ne için yaşar?" sorusuna; "bi ağaç dibinde oturup, bir elin toprakta, gözleri bir asmaya tırmanan karıncaları temaşa ederken burnunu karıştırmak için." diyebilirdim.
ta ki yiyen tırnaklarını, amansız iç savaşının ortasında kalmış nadia dikkatimi çekene kadar. nadia bu değildi. sanki bildiğim fettan, ince ayak bilekleri üstünde yükselen tanrıça;
neş'e nin ve kahkahanın
bilge siklemezliğinin
hazzın ve olgunluğun
şehvetin ve doymuşluğun
anın ve ötesinin tanrıçası gitmiş; kapkara gözleriyle ölüm yargıcı gibi biri dirsekleri dizinde olduğu halde başını kaldırdı.
tüm bahçe
çay bardakları,
kahvaltım
masam
karıncalar
mineler ve sarmaşıklarla örtülü duvar
ve o ulu, geniş yapraklı ağaç, serin yaz sabahı
nadyanın sesinden bir ses kesildi.
-söyle bana "uygunsuz biri" insan ne için yaşar?
ananın amı için, deyip kahkahayı patlatmak istiyordum. bu soruya en doğru cevabı biliyordum. her durum için cevabım hazırdı. babam sorsa ananın amı için diyebilirdim.
-bana yaşamak için yaşamaya değer bir şey söyle!
"bana albert camus ile gelme lan! ahahah! bana diri memelerle gel, ince uzun boynunla, bacaklarınla gel amk" demek istiyordum. "bana nitzsche'yle gelme ulan amk, bukowski'yle gel. kafka gibi gelme kaltak, gide gibi gel."
yüzünden bilinen bütün trajedyalar, nehrin tepesine ulaşmasına az kalmış; dalgalarla, akıntıyla, ayılarla boğuşan somon balığının terlemesi, son durağa geldiği için bütün kapıları açılacak otobüs ve daha pek çok şey geçiyordu.
+bilmem. neden sordun?
bazı anlar vardır. okuyup öğrendiğin, yaşayıp biriktirdiğin ne varsa çıkarır portmantonun üzerine koyarsın.
işte bu o andı.
- biliyor musun; bir dağın tepesinde bi yerlerde, tepesinde bile değil öylesine bi yerinde, öylelemesine bir çalı olmak isterdim.
bazı anlar vardır. güçlü kişiliğini, insan olma ödev ve sorumluluklarını, hayatını kazanma zorunluluğunu, mecburi dik duruşlarını çıkarıp portmantoya asmak istersin.
işte bu o andı.
"hiç" olma isteği!
olmaya kastığı insanı hiç olamayacak olmayı bilme anı,
olmak için verilen bütün emeklerin boş olduğunu kavrama durumu,
istediği şeyi istemediğini anlama hali ve hiç bilmeme, hiç görmeme, hiç olmamayı arzulamak.
olmak için bir neden, bilmek için bir sebep arama, bir dala tutunma çabasıdır aslında insanı "hiç olma" isteğine götüren.
-hayat boyunca öğrendiklerimin, bi şey olma uğraşımın, biriktirdiklerimin üstüne bunu da koydum sonunda ve anladım ki bişey olmamayaymış bütün çabamız. hiç olmayaymış.
+hiç olmak için yaşamalı insan. bir çalı olmak için..
herşey, bütün bahçe sustu. mineler ve sarmaşıklar dahil.
yada ..
yada amk insan
sabah 8 de işte olmak için,
çocukların okul taksidi için,
zengininden koca, güzelinden karı için,
20 cmlik penis için,
"başarılı" olmak için,
"iyi" evlat, "iyi" eş olmak için,
her hafta birilerini sikip yeniden doğup, her hafta yeniden ölmek, yeniden tiksinmek için
kariyer edinip emir verecek insanlara sahip olmak için,
viagra, psilosibin, valium için
yarısentetik rüyalar, kimyasal kafalar için
makyaj malzemeleri, vücut geliştirmeler, saç ektirmeler, botokslar, estetik mastürbasyonlar için
gf ferre, vakko, prada, bmw, ritz carlton, calvin klein için,
olması istenen "insan" olmaya kasmak için
yaşar.
not: burda hiç olmak isteme "bilinç düzeyine" sahip olma kastedilmektedir.
yoksa kafka gibi bi yandan milena'ya mektup yazıp bi yandan "böcek oldum ben, bak adımıda samsa kodum" yada nietzsche gibi "salome aşkından guduruyom yavrum, sen hariç herşeyin amk" nihilizminden değil.