anlamak yoktur aslında.
anlatmak da yoktur, gerek de yoktur işin ilginci...
kabul etme tahammul etme hoşgörme vardır. ve söz konusu ikili ilişkinin orta yerinde, göbek taşı diyebileceğimiz can alıcı noktasında sevgi/aşk var ise işte "anlamak" kelimesi anlam kazanacak demektir.
denebilir ki; " hadi ordan kardeşim, sevdik aşık olduk hatta ölüp ölüp dirildik lakin anlaşamadığımız için ayrıldık nice selvi boylu yardan güzel dosttan..."
yok annem, yok sevgili kardeşim; ya layıkıyla sevmemişsin ya layıkıyla sevilmemişsindir. uçurumun iki yakasını birleştiren bir köprü düşünün, köprünün idamesi için gerekli olan iki ayağın vazgeçilmezliği gibi bu iki kaide de elzemdir gül pembe anlamalar için.
seviyorsan, kabullenirsin...benliğini geri iterek, sevdiğini mutlu etmek yüceltmek adına atılabilecek her zerre adımı koşarak uçarak atarsın. ve bu yoğunluğun muhatabı da aynı çoşku ve teslimiyet ile kenidini adıyorsa adayan şahısa. işte samanlığın faklı kisvelere bürünme nedeni ortaya çıkıyor demektir.
bir vakit "aşık" ile "maşuk" ayrı düşerler. uzun süreler kavuşmak adına çırpınıp dururlar, ve bir gün "aşık" "maşuğu" bulur, evine gider. vuslat anıdır...
kapıyı çalar aşık
içeriden " kim o" der "maşuk", "ben" der heyecenala. kapı açılmaz nedense.
tekrar çalar "aşık" kapıyı sabırsızlıkla, yine " kim o" sorusu yönelir içeriden tanıdık ve özlenen kişi tarafından. "aşık" karmaşıklık içinde yine " ben" der. kapı hala soğuk sesizliğini sürdürmektedir.
tekrar çalar kapıyı dayanılmaz bir aceleyle. içerden yine " kim o" sesi gelir. ancak cevap bu sefer farklıdır;
"biz"
ve kapı açılır kavuşmak adına...
ez cümle anlamak "biz" olmakla başlar ve "biz" olunduktan sonra anlamak yahut anlaşılma ihtiyacı da ortadan kalkar zira tek bir kalp vardır ortada, nefes alıp veren tek bir bünye...