kuzey yarım kürede mevsim başlangıcı ve en uzun gündüz süresi olan 21 haziran gününü memlekette, aile ve eski arkadaşlar yanında geçirmektir.
uyandığımda sigara dumanından krem rengine dönmüş bir tavana değil, bembeyaz kireçle kaplanmış tavana bakıyordum. bu küçücük odanın duvarları maviydi. babam duvarları maviye boyamıştı. maviyi çok severim diye değil, erkek çocuk odası mavi olur diye. bunları düşünürken içeriden hayatımın kadınının sesi geldi. "oğlum saat kaç oldu kalksana oğlum." diyordu. yattığım yerden çayın sıcak olup olmadığını sordum böğürerek. annem her türlü bağırmama böğürmek diyordu. hatta uzun süre bağırmak kelimesini böğürmek diye bildiğini zannettim. üniversite mezunu bu güzel insanın türkçeye benden daha az hakim olduğunu sanmak nasıl bir aptallık değil mi dostlar?
çayın 5 dakika sonra hazır olacağını öğrenmemle beraber balkona çıkıp sigara yaktım. balkonun iklimi çok başkaydı. kafama kafama güneş geçerken, ağzıma ağzıma da karadeniz'in hırçın poyrazı vuruyordu. bu ikilemler içinde sigaramı söndürdüm ve içeri girdim. brunch tadında geçen kahvaltılarımızın en sevdiğim ürünü domates-salatalık söğüşün üzerinde 1 kilo doğranmış maydonoz görmemle beynimden vurulmuşa dönmüştüm. söğüşten sorumlu müdür olan babama dönerek "bu ne la?" dedim. "ne ne?" diye cevap verdi. "bunda neden bu kadar maydonoz var?" dedim. "maydonoz iyidir." dedi. maydonoz iyidir... lan maydonozun neresi iyidir? maydonozdan ilaç mı yapılmış şu güne kadar? savaşları mı önlemiş maydonoz? biten bir ilişkiyi kurtarabilir mi lan bir demet maydonoz? gözlerimden anlamış olacak ki, maydonozları ağzına tıktı. şu maydonozları ağzına tıkan, ülkedeki ilk üniversitelerden birinden mezun olan, pazar günleri golf oynayan bir adamdı...
brunch sonunda gece uyurken beni rahatsız etmemesi için sessize aldığım cep telefonuna bakma ihtiyacı hissettim. ekranda 1 mesaj alındı yazıyordu. yollayan objebi idi. "akşama home party var, içkiler senden kızlar benden ;)" yazmasını o kadar isterdim ki... bunun yerine kuru bir "nabıon la?" yazıyordu. "la" kısmı hoşuma gitti. nerde olduğunu sordum ve yanına gitmek için evden çıktım. sokakta çocuklar ve köpekler gelen arabaların peşinden koşuyordu. durup onları izlerken ne kadar ruh hastası bir muhitte oturduğumu düşündüm. zira bir süre sonra hangilerinin köpek, hangilerinin insan olduğunu seçemedim. aklıma hayvan çiftliği ve bazı hayvanların daha eşit olduğu geldi. evet, bazı hayvanlar daha eşitti...
objebi her zaman oturduğumuz, playlistinde jazz, fransızca şarkılar ve haluk levent olan kafede beni bekliyordu. bu kafenin duvarlarında kaldırımlarda 10 milyona satılan ama pazarlıklarla 6-7, yer yer 5 liraya alınmış sanat eserlerinin posterleri vardı. kafe sahibi cüzdanına verdiği değeri evladına vermeyen bir entellektüeldi... sarma sigara içmesinin tek sebebi daha ucuz olmasıydı ve "malbuş mu la o?" demekten asla çekinmezdi.
objebiyle otururken tavla oynadık... sürekli eline verdiğim genç gitmiş, her hareketini planlayan, beyninin taktik ve strateji üreten kısımları gelişmiş, üstüne üstlük cayır cayır çift atan bir objebi gelmişti... tekrar ikileme düştüm, kaşlarını kaldırdığında animasyon filmlerindeki farelere benzeyen bu sevimli çocuğa yenildiğime inanamıyordum. 7-8 sene öncesi geldi gözümün önüne: halı sahada biri sakatlanmış, kenardan bir çocuk bağırıyor "abiii ben gireyim mi?". kaşlarımı çatarak cevap veriyorum: "siktir git objebi". ve şimdi o çocuk "nooldu la 6 gapı mı oldu?" diye artislik yapıyordu. o anda anladım ki hayat fırtınalı havadaki bir okyanustu ve objebi bu okyanusta karşıma defalarca çıkacak bir levrekti. evet; okyanus, levreğin habitatı dışındadır. ama hayat da objebi için öyleydi. o bu dünyaya ait değildi ama ait olduğunu hissettiren şeyler bulmak için yaşayan bir romantikti...
"şu kızın da götü güzelmiş la" demesiyle kendime geldim. genç adam yalan konuşmuyordu, kız iyiydi. tavlada yenilmiş olmanın verdiği can sıkıntısıyla eve gideceğimi söyledim. o da benimle hemfikirdi. aradaki tek fark onun kendi evine gidecek olmasıydı. yolda yürürken "inception'da ben olsam o topaç yerine beybileyd atardım." dedi. bu espriye çok güldü. iyice soğuttu kendinden, kendi yaptığı espriye yarılan adam modeli ile... fare götü gibi olan gözleri iyice küçülmüştü. aniden sola döndüm ve ona izimi kaybettirdim. ve o günden sonra objebi'yi asla görmedim.
uzun bir yürüyüşün ardından eve geldim ve kendimi balkona attım... ay tepemde doğarken naratamı yudumluyor ve ağzıma ağzıma vuran poyraz karşısında çaresiz kalıyordum. yine ikilemlere düşmüştüm...