bu yazıyı babama yazdım

entry1579 galeri
    486.
  1. kalabalık konferans salonunda mesleğinin doruğunda bir avukat
    o gün mezun olacak hukuk öğrencilerine hitap etmek üzere
    kürsüye
    geliyor.
    herkes meslekten söz edeceğini zannederken o hayatı
    anlatıyor: "-
    hepiniz kişisel yaşamınızı bir kenara koyup çok çalışabileceğinizi
    kanıtladınız" diyor bilge hukukçu " ... ama unutmayın kiölüm
    döşeğindeki birinin
    'keşke işime biraz daha zaman ayırabilseydim' dediği
    duyulmamıştır. çocuk sahibi olacak kadar şanslıysanızonların göz
    açıp kapayana kadar büyüyeceklerini ana babalarınız size
    söyleyecektir.
    çocuklarımıza hikaye okuma yakalamaca oynama ve birlikte dans etme
    fırsatını tanrı ancak belli bir ölçüde bahşeder bize. bunlardan birini
    bile kaçırmamaya özen gösterin."
    bu öyküyü rob parsons'un "60 dakikalığına baba" adlı kitabında
    okudum.birkaç yıl önce parlak bir iş teklifi almıştım. mesleki
    kariyerimin
    doruk noktası olabilirdi lâkin her gün saat 20.00'de işten
    çıkabilecektim.
    teklifi duyduğum anda o saatin kızımın banyo saati olduğu
    geçti
    aklımdan.
    hayatta başka hiç bir şeyin beni o banyo seansı kadar mutlu
    edemeyeceğini düşündüm ama bunu teklifi yapanlara
    söyleyemedim.
    bir bahaneyle reddettim. yine de geçen birkaç yıl içinde
    saat saat başkalarına dağıttığım zaman hazinesinden kızıma pek az
    pay düştü.
    yapılacak işlerim yazılacak yazılarım bakılacak telefonlarım
    vardı.
    onunla bir cam bardağın pamuktan toprağına limon çekirdeği
    ekip büyümesini izleyemedim. yeni yeni yarım yarım söylediği
    şarkılara eşlik edip bu düeti bir kasete kaydetmeyi çok isterdim;
    olmadı... bir cümle ben söyleyip bir cümle ona söyleterek hiç
    yoktan
    bir masal yaratmayı ve düş güçlerimizi yarıştırmayı
    tasarlamıştım;
    hazırdan yemek daha kolay geldi.
    hayat öyle ters bir denge kurmuş ki onların en çok ilgi
    istedikleri
    dönem onlarla en az ilgilenebileceğimiz dönem aynı zamanda. bizim
    vaktimiz bollaştığında ise onların bize ayıracak vakti kalmıyor.
    ben aslında onun için çalışıyorum sıkça sarıldığımız bir
    bahanedir
    ama ona hiç bir zaman "daha çok parası olan bir baba mı
    istersin daha çok seninle olan bir baba mı?" diye sormamışızdır.

    sabahları yanağımda ıslak bir buse ve başucumda bir
    "günaydın babacığım" sesi ile uyanmanın. "hadi sarılıp yatalım babacığım"
    çağrısıyla başlayan gecelerde o sihirli "seni seviyorum"u kulağıma
    fısıldadiktan sonra yanaklarımı avuç içlerinin parantezine alıp uykuya
    çekilince göz kapaklarına yerleşen huzuru izlemenin tadına vardım.
    mavinin neden mavi olduğunu kışın havaların neden soğuduğunu
    kuşların nasıl uçtuğunu en baştan öğrenmenin...
    rakiplerim sayılan casper'dan power rangers'tan ricky
    martin'den
    daha ilginç olmaya çalışmanın... ve konuşmaya
    başladığından beridir beni takip ederek hatalarımı da sevaplarımı
    da aynen tekrarlayan bu sevimli papağana duvara kazılı boy
    tablosundaki çizgiler
    yükseldikçe yükselen bir tutkuyla bağlanmanın tadını
    çıkardım. annesiyle birlikte bezini değiştirmiş mamasını yedirmiş
    pişiklerini kremlemiş olmanın; bacakları ilk adımını attığında
    elini
    tutmanın dilinden ilk sözcük döküldüğünde birlikte coşmanın
    heyecanını tattım.
    sonunda beklenen gün geldi. belki onun karaladığı bir resim
    ilk hediyem olacak. kitaptaki örnekle bisikletinin selesine
    arkadan
    yapışacağım günler başlıyor şimdi... o selenin emin ellerde
    oldugunu
    bilmenin güveniyle öğrenecek pedala basmayı. bir süre sonra
    farkettirmeden çekeceğim ellerimi... bisiklet artık
    yetişemeyeceğim kadar hızlanacak ve o uçup giderken
    ben biçare; ardından bakakalacağım.

    70 yaşındaki babam geçen gün: "torunumu ilkokula götürene kadar
    sıkacağım dişimi." dedi. i̇nsanın boğazını düğümleyecek
    kadar hazin
    ama gerçek... torunla dede arasında bir tahteravalli gibi uzanıyor yaşam.
    birini aşağı çekerken diğerini yükseltiyor. birinden eksilen
    öbürüne
    ekleniyor adeta.
    bütün hüznüne rağmen yine de bir zafer coşkusu var bu devir
    teslim
    töreninde.
    o yüzden bugün babanızı yanınıza kızınızı kucağınıza alıp
    freiligraht'ın "devrim" şiirindeki dizesini gururla
    haykırabilirsiniz:
    "vardım... varım... var...
    can dündar.
    0 ...