rengi soluk, yakalığı keskin o lanet siyah önlükten kurtuluşumun üçüncü ay dönümünde başıma gelen hayatımın en önemli dersidir bu borç para mevzuu.
büyümüşsün
büyükler gibi ceketin, pantolonun ütülü
toplum seni hor görmeyecek artık
kabullenecek
ne de olsa kıravat var boynunda
kıravat bağlamayı da öğrenebildiysen
senden jantisi yoktur toplumda
gel gelelim bin bir zorlukla, araya adamlar sokarak torpiller - maytaplarla giriş yaptığım o dönemin popüler ortaokulunda ilk şoku ilk gün bizi koyacakları bir sınıf bulamamalarıyla yaşadım. bizi atölyeye tıkıştırdılar ki atölyede el aletleri arasında ilk boş dersimi yaşamak bana inanılmaz hazlar veriyordu. ama yine de pısırık olmamın verdiği eziklik duygusuyla bulduğum en koca aletin altındaki boşluğa sığınıyor, kızların beni farkedemeyeceği köşelerde pinekliyordum sevgili sözlük. bir kızla diyaloğa girmeyi bırakın gözgöze gelmek bile o yıllarda gencecik yaşta kalp krizi sebebi olabilirdi ki çocuk yaşta ereksiyon halde ölüp gitmek istemezdim ey yazar ahalisi!
arkadaşlar ben ilkokulumu bir köyde okudum. ilk aşkım benim "25" sayısını güzel yazan kıza beslediğim platonik aşktır. hatta bir keresinde bir kızın kafasına arkadaşlarıyla ip atlarken vurdum diye olay olduydu. "sen onu seviyorsun" söylentileri köyde bir dönem çalkalandı, az kalsın ilkokul beşte nişanlanıyordum ki aşıdan kaçan çocuklar gibi kaçtım durdum insanlardan aylarca.
gel gelelim şimdi bana her aklıma geldiğinde acı veren o olaya. okulumun ilk günü atölyede 90 kişilik tıkıştığımız boş dersimden çıkınca şehir okulunda okumanın verdiği hazla bahçede geziyordum. "eben almaca" oynayan bebelerin uzağından "çarparlar mı bana, döverlermi la beni?" tedirginliğiyle kola simidimi almaya giderken bir çocuk yaklaştı, "naber" dedi.
pısırık pısırık "iyi" dedim.
heyecanlandım bu benim ilk arkadaşım olacaktı. o sıcakkanlı ve bana köyden inişimin ilk günlerinde yaklaşan çocuğa bir anda kanım kaynadı. "bu şehir okulunda okumak da ne güzel bir olaymış" diye içimden geçirdim. beş dakikalık arkadaşım bana "hangi sınıftasın" diye sorduğunda atölyeyi göstermeme hiç şaşırmadı. sonrasında beş dakikalık dostum benden borç para isteyince kıramadım. üstelik "yarın sınıfında seni bulup teslim edeceğim" gibi uygun ödeme koşulları da sunuyordu ki böyle dostu arasan göt pazarında bulamazsın.
cebimdeki kola simit paramla birlikte babamın cebinde bulunsun diye verdiği paraları o arkadaşıma çekinmeden verdim. tereddüt etmeden verdiğim ilk borç paraydı bu. sonraki gün o yaklaşık beş bin kişilik okulda gözümü kapasam simasını hatırlayamayaağım çocuğu bekledim, gelmedi. "boş dersi yoktu bulamadı zaar" diye olgunlukla karşıladım boynumdaki kıravatı düzeltirken. sonra bir hafta daha bekledim atölyeden bozma sınıfımın önünde. sonra bizi 90 kişilik kömür deposuna tıktılar sevgili sözlük. artık arasa da bulamazdı beni o piç kurusu.
piç kurusuna: sevgili dolandırıcı kardeşim, hala seni hatırlar seni anar dururum. kaç masum genci dolandırdın kim bilir. ama lan! kızsam da hak veriyorum sana. sen olmasan o boş ders anlarında bize kim senin kadar gerçekçi bir ders verebilirdi ki, öyle değil mi?