aslında olmadan hiçbir şeyin anlamı olmayan 'sen'.. sevmenin, sevilmenin, yalnız kalmanın, gülmenin, güldürmenin.. yemekteki tuz miktarının, çayındaki şeker oranının bile farkı olmaz senin için olmadan 'sen'.. öyleyse olmalısın, hayatı sindirerek yaşamalısın.
hayat ne garip;
'hayat' öyle keskin bir bıçak, şimdi dayanmış gırtlağa soruyor zaman zaman sorduğu sorusunu..
'hayat' bazen yanlışlıkla içtiğin bir bardak çamaşır suyu yakıyor boğazını ve birazdan midene inecek alev topu..
'hayat' kimi zaman bir dilenci, kapını çalıp, yalvarıp yakarıp elinde avucunda ne varsa alacak kadar yüzsüzce istekler peşinde olan dilenci.. yaşamak için kendine ait olanları vermemelisin..
'hayat' kimi zaman oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibi arsızca ağlamakta..
'hayat' çok az zamanlarda 5 çayı.. yanında bir miktar bisküvi olsa da o anlar bir kaç yudumla biter ve sen hep yenisini doldurmak için bir kez daha deniyorsun...
'hayat' çoğu zaman bir kör kuyu dibinde iki kapısı olan ve o iki kapıda iki yabancı misafir. ikisi de kapıyı kıracak kadar kuvvetli çalmakta.. peki hangisini açacaksın? kızma.. hiçbir şeye ve kendine.. cünkü ne olursa olsun tüm bunların 'sen' olunca anlamı var ve işte bu yüzden sen değerlisin..
hiçbir şey bitmedi, bazen her şey bitti derken başlar aslında 'sen' olduğun sürece,.. zaten her bitiş de bir başlangıç değil midir?