--spoiler--
Türümüzün en karmasık ve en zengin deneyimlerinden biri olan askta
örneğin, seni seviyorum sözcükleri, bakıstan, temastan, kokudan ve askı ifade eden çesitli seslerden
çok daha büyük önem kazanmıstır. Duyularımızın ortak yasanmıslığı aracılığıyla askı paylasmaktansa,
ona sözcüklerle sahip çıkmaya çalısıyoruz. Her ask farklı olduğuna göre (farklı kokular, farklı dokunma
biçimleri, farklı psikolojik roller), her askta, paylasılan sözcükler de farklı olur, diye düsünüyor insan.
Ama, hayır! Kalıp sözcükler, yasadıklarımızdan daha önemli. Ve seni seviyorum tümcesindeki totaliter
sahiplenme, tüm ask deneyimlerini standartlastırıyor. Askı nicellestiriyor. Bu tümceyi, askı aritmetiğe
dökmek için kullanıyoruz: Ben, üç kere âsık oldum.
Askın söz aracılığıyla sahiplenilmesi ve nicellestirilmesi, askın çok renkli ve çok dilli olduğu
yasanmıslığına aykırıdır; onun insandan insana ve deneyimden deneyime değistiği gerçeğine ters
düser.
Sözcükler, askı, birbirini dıslayan kategorilere sokar zorla. Kimi seviyorsun, onu mu, yoksa beni mi?
gibi bir tümceyle, bir ask durumunun ille de doğrulanması, sınıflandırılması gerektiği için ne çok insan
acı çeker, çıldırır, intihar eder ya da baskalarına acı çektirir. Mutlaka birinden biri olmalıdır çünkü. Biri
varsa, diğeri olamaz. Sırf, söz paradigmasının tutsağı olduğumuz için. Askın karsılığı olarak sekiz, on,
on bes s.özcük olsaydı keske. Daha az kıskanıp daha az sahiplensek, standartlastırmanın kısırlastırıcı
baskısına yüz çevirip, benzersizliğe daha çok değer verseydik. Dikey hiyerarsiyi boslasaydık. Peki, ya
askın karsılığı olan hiçbir sözcük olmasaydı? O zaman ask olmayacak mıydı yani? Ask duyulmayacak
mıydı o zaman? Ask, sözden önce de vardı.
--spoiler--