Gidişinin üzerinden kaç mevsim geçti, inan hatırlamıyorum. Kendimi yokluğunda kaybedeli bir ömür olmuş gibi oysa. Ne baharın kokusu, ne yazın güneşi ne de kışın ayazı anlam bulamamış yokluğunda. Sen yokken yüreğim hep ekvator iklimlerindeymiş. Ne kuzey, ne güney... Tüm dünyanın ortasında koskacaman bir yoklukmuşum.
Sensizken hiçliğimi unutabilmek için kaç iklime vurdum kendimi bir bilsen. Nasılda yaktı tenimi bilmediğim yerler, tanımadığım insanlar. Hiçliğimi unutabilmek için, hiç acımadan kendime, kurtlar sofrasının ortasına öylece bırakıverdim kendimi. Alkol kokusuna ve yalanlara bulanmış gecelerde sırf seni unutabilmek için kendimi oradan oraya vurdum. içtikçe kayboldum... Yokluğunu silmeye çalıştıkça hayattan daha çok silindim. Sen gittikten sonra hayatın kara deliklerinde kayboldum. Kendimi mahvettim... Ama seni unutamadım...
Şimdi o beni yok eden sahte hayatlardan da çektim elimi ayağımı. Sen giderken, kalbimi kaybetmiştim; o gecelere de, ruhumu, onurumu, gururumu ben kurban ettim. Şimdi varlığım koskocaman bir hiçlik. Hayatın karşısında o kadar çaresiz ve yüzsüzüm ki; yaşama sarılamayacak kadar utanıyorum artık.
içtiğim her kadehte beni bu acımasız hayatın ortasında yapayalnız bıraktığın için sana lanet edesim geliyor. Ama kıyamıyorum... Senin tüm acımasızlığına, tüm vurdumduymazlığına karşın ben hala sana kıyamıyorum. Sonra sarhoşluğu kendime zırh edinip o gözüyaşlı telefonları ediyorum sana. Sana yalan söylüyorum her bir harfimde... “Bitti” derken “ne olur beni bırakma” diye çılgınca bağırıyor içimdeki sessiz çığlıklarım. Sen duymuyorsun. Sen gelmiyorsun. Sen artık beni sevmiyorsun. Ağlıyorum...