a dostlar hali berbat jokond'un..
siz emin olun ki onun
çok uzaklardan haber
almak ümidi olmasaydı eğer
ölümün rengini vermek için
dudaklarındaki mel'un tebessüme,
bir müze bekçisinin tabancasını çalar
boşaltırdı muşamba göğsüne
jokondun not defterinden
ne olurdu fırçası leonar da vinçinin
yaratsaydı beni
yaldızlı güneşinde çinin.
arkamdaki dağ resmi
şeker kellesi şeklindeki bir çin dağı olsaydı,
pembe beyaz rengi uzun yüzümün
solsaydı,
alsaydı gözlerim bir badem biçimini.
ve tebessümüm
gösterseydi göğsümün içini!
o zaman uzaklardakinin kolunda
dolaşabilirdim çin'i...
muharririn hatıra defterinden
jokondla bugün başbaşa verdik.
meraklı bir kitabın
yapraklarını çevirir gibi
birbiri ardınca saatleri çevirdik.
ve öyle bir karara geldik ki,
bu karar
bölecek bir bıçak gibi ikiye
jokondun hayatını...
yarın gece görürsünüz tatbikatını...
muharririn not defterinden
notr dam dö parinin saatı
çaldı gece yarısını.
gece yarısı
gece yarısı
kim bilir tam bu anda:
hangi sarhoş öldürüyor karısını?
kim bilir tam bu anda:
hangi hortlak
bir şatonun
dehliinde dolaşıyor?
kim bilir tam bu anda:
hangi hırsız
en aşılmaz
bir duvarı aşıyor?
gece yarısı... gece yarısı...
kim bilir tam bu anda
bilirim ki her romanda
en karanlık saat budur.
gece yarısı
her kariin yüreğinde bir korkudur…
fakat neyleyim?
tek satıhlı tayyarem
luvurun damına konduğu anda,
notr dam dö parinin saatı
çaldı gece yarısını.
ve ben
tuhaftır ki hiçbir korku hissetmeden
okşıyarak tayyaremin alüminyum sağrısını
damın üstüne indim...
çözerek belime sardığım 50 kulaç ipi
şakuli bir sırat köprüsü gibi
sarkıttım jokondun penceresine.
üç keskin düdük çaldım.
ve derhal cevap aldım
bu üç düdük sesine.
açtı ardına kadar jokond penceresini.
meryam ana kılığına sokulan
bu fakir bahçıvan kızı
sıyırdı sırtından yaldızlı çerçevesini
ve ipe sarılarak tırmandı yukarıya...
dostum si-ya-u
talihin varmış doğrusu
düşmüşsün aslan gibi karıya...
jokond'un hatıra defterinden
bu tayyare dedikleri
kanatlı demir bir at.
altımızda paris
eyfel kulesiyle
sivri burunlu, çopur ablak bir surat.
yükseliyoruz
yükseliyoruz
karanlığı
ateş bir ok
gibi deliyoruz..
gökler üstümüze
yaklaşır gibi,
gökyüzü çiçekli bir çayır gibi.
yükseliyoruz
yükseliyoruz...
uyumuşum
uyandım.
sabahın şafak demi.
gökler durgun bir deniz,
tayyaremiz bir gemi.
tereyağından kıl çeker gibi gidiyoruz.
kalıyor arkamızda bir duman yolu.
pırıltılı yuvarlaklarla dolu
mavi boşlukları seyrediyoruz..
altımızda benziyor dünya
güneşte yaldızlanan
bir yafa portakalına..
fakat ne hikmettir ki ben
yükselmişim de yerden
yüzlerce minare boyu,
yine dünyaya bakıp
aktı ağzımın suyu...
muharririn not defterinden
şimdi tayyaremiz
afrikanın üstünde gezen
sıcak rüzgarların içindedir.
yukardan bakınca afrikabir
kocaman keman biçimindedir.
bana öyle geldi ki
çeloyla çalıyorlar çaykovskiyi
kızgın karanlık ada
afrikada.
ve sallıyarak tüylü uzun kollarını
bir goril ağlamada...
muharririn not defterinden
bahri muhiti hindiyi geçiyoruz.
havaları, baygın kokulu
koyu bir şurup gibi içiyoruz...
ve singapurun sarı fenerine bakarak
avustralyayı sağda
madagaskarı solda bırakarak,
ve güvenerek depodaki benzine
rotayı çizdik çin denizine..
'çin denizinde sefer eden bir ingiliz
gemisindeki' 'con isimli güverte neferinin
hatıratından'
o akşam
birdenbire fırtına çıktı.
ama ne fırtınababam
ama ne fırtına...
isanın anası binmiş sarı bir şeytanın sırtına
havaları karıştırıp fır dönüyor.
ben de aksi gibi
pruva çanaklığında vardiyadayım.
koskocaman gemi
altımda nah şu kadar görünüyor.
esiyor rüzgar
rüzgar üstüne
rüzgar
rüzgar üstüne
rüzgar...
bir yay gibi vınlıyarak yaylanıyor direk.
hayda bir çıkıyoruz yukarıya
kafam bulutları yarıyor.
hayda bir aşağı iniyoruz
parmaklarım denizin dibini tarıyor.
sola yatıyoruz, sağa yatıyoruz.
yani iskeleye sancağa yatıyoruz.
ha şimdi battık aman,
ha şimdi batıyoruz.
dalgalar:
bengale kaplanları gibi
sıçrayıp başımdan aşıyor.
karşımda dolaşıyor
cavalı melez bir orospu
gibi korku.
şaka mı bu be çin denizi bu&.....
neysa lafı uzatmıyalım.
küt..
o ne?
havadan mustatil bir muşamba düştü.
çanaklığın içine.
bu muşamba
hoşur bir kadındı.
düşündüm ki bu göklerden gelen madam
bizim gemici dilinden usulünden
çakmazdı anam.
hemen önünde belirtilmiştir kırıp öptüm elindemn
bir şair ağzı kullanarak dedim ona ki:
- sen ey bana göklerden gelen muşamba kadın!
- söyle hangi ilahi vasfa benziyor adın?
- niye indin buraya nedir büyük maksadın?
dedi bana ki:
- motoru 550 beygirlik
bir tayyareden düştüm.
ismim jokond,
floransalıyım.
şang-hay limanına bir an evvel
varmalıyım.
jokondun hatıra defterinden
rüzgar düştü
deniz duruldu.
yürüyor gemi şang-haya doğru.
gemiciler sallanarak rüya görüyor
yelken bezinden hamaklarında.
bahri muhiti hindi türküsü
etli kalın dudaklarında:
"malaka şarabı gibi kızdırı kanı
ateşi koşinşin
güneşinin.
çeker yaldızlı yıldızlara doğru gemicileri
koşinşin geceleri
koşinşin geceleri.
boyadı al kana demir kuşaklı fıçıları
singapur meyhanelerinde bıçaklanan
çekik gözlü sarı borneo muçoları.
koşinşin geceleri, koşinşin geceleri.
bir gemi gider kantona
tam 55.000 tona
koşinşin geceleri"
bordadan atılan
mavi gözlü bir gemici ölüsü gibi
güklere yüzerken ay,
dirseğine dayanıp seyreder bombay...
bombay ay...
bahri ummanı.
malaka şarabı gibi kızdırır kanı
ateşi koşinşin
güneşinin.
çeker yaldızlı yıldızlara doğru gemicileri
koşinşin geceleri
koşinşin geceleri..."