nazım hikmet in 1929 yılında kaleme aldığı emperyalizme karşı yazdığı destansı bir aşk hikayesi.
leonardo usta nın meşhur tablosundaki mona lisa dır jokond. siyau ise şangaylı bir genç.
siyau fransa daki louvre müzesine sürekli ziyarete gelir jokond u. jokond ta ona aşık olur.
bir süre sonra siyau artık gelmez olur, ve...
"şang-hay da kafası kesilen arkadaşım si-ya-u'nun hatırasına
jokond ile si-ya-u "
bir iddia
leonardo nam
nakkaşı dehrin
meşhur jokond'u
basmıştır kadem
rahı firare
ve firariden
boşalan yere
taklidi kondu.
işbu risaleyi
tastir eden şair
çok şeyler biliyor
hakiki jokond'un
encamına dair.
ol fettan ahu
bir yar severdi:
bir çinli adem
ismiii si-ya-u
gözleriiii badem
sözleriiii şirin.
bu yarin peşine
takılmıştır jokond
bir çin beldesinde
yakılmıştır jokond.
ben nazım hikmet
rakımülhuruf
işbu hususta
düşmanaaa dosta
çekip yürekten
günde beş növbet
yuf üstüne yuf
iddia ediyorum,
isbat edeceğim;
isbat edemezsem
sahni suhanden
yıkılıp gideceğim.
1928
jokond'un hatıra defterinden parçalar
15 mart 1924 paris luvur müzesinden
luvur müzesinde artık canım sıkılıyor.
can sıkıntısından çok çabuk bıkılıyor.
bıktım artık canımın sıkıntısından.
içimdeki bu ruh yıkıntısından
aldı fikrim şu hisseyi:
müzeyi
gezmek iyi
müzelik olmak fena.
ben bu maziyi hapseden saraya
öyle ağır bir hükümle kondum ki,
çatlarken sıkıntıdan yüzümde yağlıboya
mecburum durup dinlenmeden sırıtmaya:
çünki:
ben o floransalı jokond'um ki
floransadan daha meşhurdur tebessümüm.
luvur müzesinde artık canım sıkılıyor.
ve madem ki maziyle konuşmaktan
çabuk bıkılıyor
ben
karar verdim bugünden itibaren
bir hatıra defteri tutmaya.
belki dahli olur bugünü yazmanın
dünü unutmaya...
lakin acayip bir yerdir luvur.
burda belki bulunur
iskenderi kebirin
kronometrolu lonjin saatı,
fakat
bulunmaz yüz paralık bir kurşunkalem
ve bir tabaka temiz defter kaadı.
lanet olsun luvruna, parisine.
yazarım ben de hatıratı
muşambamın tersine.
ve işte:
kırmızı burnunu eteklerime sokan,
saçları şarap kokan
miyop bir amerikalının
aşırınca cebinden mürekkepli kalemini
başladım hatıratıma.
yazıyorum sırtıma:
tebessümü meşhur olmanın elemini...
18 mart gece
luvur uyudu.
zulmette venüs'ün kolsuz vücudu
benziyor harbiumumi neferine.
parlıyor bir şövalyenin altın miğferi:
vurdukça "gece bekçilerinin" feneri
karanlık bir resmin üzerine.
burda
luvurda
benziyor günlerim birbirine
tahta bir mi'kabın dört tarafı gibi.
başım keskin kokularla dolu
bir ecza dolabının rafı gibi.
20 mart
hayranım felemenk ressamlarına:
süt ve sucuk tacirlerinin
tombul madamlarına
kolay mı üryan bir ilahe edası vermek?
lakin
isterse ipekli don giyinsin
inek+ ipekli don = inek.*
dün gece
bir pencere
açık kalmış
felemenkli üryan ilaheler soğuk almış.
bugün
bütün gün
ziyaretçilere
çevirip dağ gibi pembe çıplak gerilerini
aksırıp öksürdüler...
tutulmuşum ben de nezleye.
nezleli bir tebessümle gülünç olmayayım diye,
ziyaretçilerden gizleye gizleye
burnumu çekip durdum.
1 nisan
bugün bir çinli gördüm;
başı perçemli çinlilere benzer yeri yok.
ne de çok
baktı bana.
bilirim ki ben
fildişini ipek gibi işliyen
çinlilerin teveccühü
atılamaz yabana...
11 nisan
ismini öğrendim hergün gelen çinlinin:
si-ya-u
16 nisan
bugün gözlerin sesiyle
konuştuk kendisiyle.
gündüzleri kumaş dokuyormuş,
gece okuyormuş.
işte çoktandır ki gece
kara gömlekli bir faşist ordusu gibi geldi.
kendini sen* nehrine atan bir işsizin
karanlık sudan sesi yükseldi.
ve ey yumruk kadar başında
dağ gibi rüzgarlar esen
ben eminim ki bu anda sen
cevap almak için yıldızlara sorduğun
cevaplardan,
kuleler kuruyorsun kalın meşin kaplı
kitaplardan,
oku
si-ya-u
oku..
ve gözlerin satırlarda isteneni bulunca
gözlerin yorulunca
bırak yorgun başını
siyah sarı bir japon krizantemi gibi
kitapların üstüne....
uyu
si-ya-u
uyu...
18 nisan
başladım unutmaya
tombul rönesans üstatlarının isimlerini.
görmek istiyorum
çekik gözlü çin nakkaşlarının
ince uzun kamış fırçalarından
damlıyan
siyah suluboya kuş ve çiçek
resimlerini...
paris telsizinin haberleri
allo
allo
allo
paris
paris
paris...
havada sesler
ateş tazılar gibi koşuyor.
eyfel kulesinin telsizi konuşuyor:
allo
allo
allo
paris
paris
paris...
biz de şarklıyız bu ses bizedir
bizim de kulaklarımız bir ahizedir
biz de eyfel'i dinlemeliyiz-
çinden haber
çinden haber
çinden haber:
kaf dağınan gelen ejder
altın semasında çinimaçin yurdunun
gerdi kanat.
fakat
bu işte sade britanya lordunun
tüyleri yolunmuş
kalın boyunlu bir kuş
gibi matruş
gırtlağı değil,
kesilecek
konfuçyusun
uzun
seyrek
sakalı da!
jokondun hatıra defterinden
21 nisan
bugün çinlim
gözbebeklerimin
içinde durdu;
ve sordu:
"tanklarının kırk ayaklı tekerleriyle
pirinç tarlalarımızı ezenler,
şehirlerimizde
cehennem imparatorları gibi gezenler:
senin
seni yaratanın nesli mi?"
az kaldı "hayır" diye haykırarak
kaldıracaktım elimi...
27 nisan
bu gece bir amerikan zurnasıyla
12 beygirlik bir fordun kornasıyla
bir rüyadan uyandım,
ve bir lahza gördüğüm
bir lahzada öldü.
gördüğüm durgun mavi bir göldü.
bu gölde canımın çekik gözlü canı
yaldızlı bir balığın sarılmıştı boynuna.
ben gidiyordum ona
sandalım çinişi bir çay fincanı;
açtığım yelken
kamış bir japon
şemsiyesinin
nakışlı ipeğinden...
paris telsizinin haberleri
allo
allo
allo
paris
paris
paris
radyo-stasyon duruyor.
parisi yine
mavi gömlekli parisliler
kırmızı sesler
ve kırmızı renklerle dolduruyor..
jokond'un hatıra defterinden
2 mayıs
bugün çinlim gelmedi.
5 mayıs
bugün de yok...
8 mayıs
benziyor günlerim
bir istasyonun
bekleme salonuna.
gözlerim dikili
demiryoluna...
10 mayıs
yunan heykeltıraşları,
selçuk elinin çini nakkaşları,
cemşide ateşle halı dokuyanlar,
çölde hecinlere kaside okuyanlar,
vücudunun raksı rüzgar gibi esen,
bir kırat mücevheri 36 köşeli kesen,
ve sen
beş parmağında beş hüner taşıyan
mikel anj usta!
haykırın, ilan edin düşmana dosta:
pariste fazla bağırmış diye,
mandarin sefirinin
camını kırmış diye,
sevgilisi jokond'un
fransa hududunun
atılmış haricine...
çinden gelen sevgilim gitti çine...
ve ben artık
bilemem kimlere derler leyla ile mecnun,
o pantolonlu leyla
ben etekli mecnun değilsem...
ağlayabilsem... ah...
ağlayabilsem...
12 mayıs
bugün
önümde
kanlı ağzının
boyasını tazeleyen
bir ev kızının
elindeki aynaya ilişince gözüm
parçalandı kafamda şöhretimin teneke tacı.
içimde kıvranırken ağlamak ihtiyacı
dudaklarım kırıtıyor,
pişmiş bir domuz kellesi gibi
suratım sırıtıyor.
dilerim ki
kübist bir ressama fırça olsun kemikleri
leonar da vincinin,
boyalı elleriyle sarılıp boğazıma
altın kaplama bir diş gibi ağzıma
bu mel'un tebessümü taktığı için...