hani bir kaç klişe vardır;
nefes aldırtmaz
yaşatmaz
güldürmez
düşündürmez
bir ay öncesine kadar ne olduğunu hiç bilmeyen ben için ise (bundan sonrası biraz uzun bir açık mektup gibi olacak);
bir durgunluk..
oysa o günden (10 nisan 2011) daha 1 gün önce yine seni düşünerek uzanmıştım yatağıma.. ergence gelir ya bazı söylemler, aşk zaten olgunluk aramaz ki insanda..
o gece gözlerimin içine bırakarak sevgi de tükeniyormuş dedin bana.. oysa her damlada büyüyen bir yürekti benimki. bu sefer yine yatağımda uzanıyordum hayatım emre aydın klıp ergenlıgı kıvamında, yıne de acı vere vere önüme seriliyordu..
bundan önce hiç öyle acizce yalvardığımı hatırlayamıyorum, bir daha da hiç öyle yalvaramayacağım biliyorum.
elim sadece telefona uzanabiliyordu, en yakın dostumu aradım, boğazımda o minik hıçkırıkla bitti dedim.
insan o acı karşısında nelerde teselli arayacağını bilemez hale geliyor. önce küçük bir içki şişesine sarılıyorsun ama sonra o uyuşmuş beynine öyle daha fazla bastırıyor ki, kendini hangi köhne bir barın köşesinden kaldırıp gideceğini bilemez hale geliyorsun.
en güzeli evde yalnız kalmak diyorsun kendine, onun sonrasında her yalnızlık onun adıyla yankılanıyor beynine..
bu sefer tüm dostların yanı başında yerlerini alıyorlar, zorla götürülen muhabbeti bol, kahkalı yerler. ''ee nasıl hissediyorsun kendini canım yaaa'' diye her seferinde fazlalaşan seslere, tebessüm ederek cevap vermek.
en acısı da sen böyle harap olurken, o kendi yolunu çizmiş bile.
çok ınançlı olmasan da, allah'ım neden bu kadar acı veriyorsun, nasıl bir günah bu diye sorarken buluyorsun kendini.
inanç da yavaşça ölüyor onunla birlikte. ben en büyük yaşam bağlarımı onunla kaybettim, duanın gücüne, aşkın anlamına olan tüm inancımı o gözlerime bakıp sevgi bitiyormuş diyip gittiğin de kaybettim.
dahası mı insan zamanla unutmuyor sadece acı ile yaşamaya karşı bir alışkanlık kazanıyor. duygular kuruyup, kökleniyor.. o hiç unutulmuyor ancak alışılıyor. acı ile yaşadığını bile fark edemiyorsun.
ne mi fark ediyor?
yine gülüyorsun ama sadece beyninle..