daha baba sevgisini yeni yeni anlamaya başlıyor. belki de sevgisini ona alınan oyuncaklara bağlıyordur. ne kadar oyuncak; o kadar sevgi, o kadar yanağa kondurulmuş ıslak öpücük ve o kadar sımsıkı "baba!" diye zıplayarak sarılmalar. olsun, daha küçük nasıl olsa, uzun yıllar beraber olacaklar. yalan! olmayacaklar işte. ya ölüm? bilir mi ölümü daha o yaşta? sabah evden çıkıp işe giden babasının akşama dönmesini sabırsızlıkla beklerken hiç dönmeyecek olması. almaz ki aklı. babadır o yahu baba! babalar ölmez, ölemez!
hatırlıyor mu o günleri? babasının güçlü kolları arasında havaya zıplamaları, dolu dolu gülücük sebebiyeti gıdıklamalarını ve sürekli gülmesini. yaş 7 ve babasız. bir şeylerin ters gitmesi için gayet yeterli bir sebep. ah, bir de okula başlayacaktı değil mi? kahretsin!
"oğuz, senin baban niye hiç seni okula bırakmıyor? hep annen geliyor."
seni de suçlayamazlar ki? öldüğünü nereden bileceksin oğuz'un babasını. ama farketmeden ne büyük yıkıma sebepsin bir bilsen. bak gördün mü? oğuz sana cevap vermedi, sadece yanından uzaklaştı. eve gidince annesine anlattı dediğini, bir çift yaşla dolan göz daha!
artık biraz daha olgun. alıştı muhabbet arasında geçen "baba" sözcüğüne. aslında önemsiz bir yerde geçse bile sanki o an mikrofon uzatılmış gibi hissediyor konuşana. sonra hemen kısılıyor ses, normal seyrine dönüyor. o değil de, fotoğraflar n'oldu? 4-5 günde bir seriliyor koltuk örtüsünün üstüne. ama en sevdiği yanyana çekilmiş fotoğrafları. çok yakışıklı çıkmış o resimde. asaletini her bakışta hissediyor ilk bakıştan gözlerini ayırana kadar. bir ara annesine de dedi zaten:
seneler geçti ama hep eksik nasıl olsa. ama artık ailenin erkeği o sonuçta. çoktan beri babasının yokluğu, onu ailenin reisi yaptı sanki. ama unutmak ister mi? acı çektiğini düşünürken evet, güzel anıları düşünürken koca bir hayır.
artık gerçeklerin farkında. o olmasa bile yaşanılıyormuş baksana bu hayat. bunca sene nasıl geçti anlamamış. arada hüzünlü şarkı duyduğunda gider 2 bira alır. oynatsın şimdi beynindeki media player eski günleri:
şişe 1: hani beyaz poşetle gelmişti eve. ilk sürgülü oyuncak arabayı aldığı gün. geriye doğru çek, sonra sal. süper! sert zeminde daha iyi gittiğini söylediğinde hak vermiştin.
şişe 2: akşamları geçerdi koltuğun her zamanki oturduğu yerine. sağ tarafa yani. annen getirirdi meyveleri tabakta. soyar soyar elleriyle yedirirdi hani sana elmaları, portakalları.
düğünde nasıl da oynadınız ama. etrafa gülücükler saçarak dans ettiniz saatlerce. kimse de kendi arasında muhabbet etmedi "rahmetli de görseydi keşke oğlunun düğününü" diye. sadece düğün davetiyesinde ismi geçti o kadar. isminin yanında da parantez içinde bir şey yazıyordu hani: