direngen com

entry18 galeri
    6.
  1. Uzun zamandır yazmıyordum, bir yazı da benden, üstelik "yazmak" üzerine.

    http://www.direngen.com/2011/05/13/oluyu-oldurmek-yazmak-ne-demektir/

    ölüyü öldürmek – yazmak ne demektir.

    yazmak kelime anlamı olarak “söz ve düşünceyi özel işaret veya harflerle anlatmak” anlamına gelmektedir. kimisi için haz almaktır yazmak, tıpkı ömer seyfettin’in de dediği gibi “büyük bir heyecan, bir haz içinde şu satırları yazıyorum.”… bazen bir adres yazar insan, bazen yazar olarak görev yapar. yazı ile bildirip, haber vermek için de kullanılır bu eylem. bir bilim veya edebiyat eseri oluştururken de ihtiyaç duyarız ona. sayaç vb. sayılarla niceliği belirtmek için de kullanırız. çocuğu okula yazdırırken de karşımıza çıkar “yazmak” kelimesi. “o delikanlıyı polis yazmışlar” diyerek görev edindiğimiz de olur, insanın geleceğini belirlemek için “yazan böyle yazmış” dediğimiz de. argoda ifade şekliyle bir erkeğin bir kıza yazdığı da görülmüştür, aynı kızın o erkeğe yazıldığı da…
    kayıt anında kullanırız ya da çıktısını alırken. Kıyafet değiştirip bambaşka bir halde düşeyazmak şekline bürünüverdiği gibi, sofra bezini yazdığımız zamanlarda sofrayı kurarken de karşımıza çıkabiliyor “yazmak” kelimesi. hamuru da yazarız, kâsemizi de! büyüyü ifade eder mesela, büyü de yazılır. örneklerini çoğaltmak mümkün ama burada asıl önemli olan türkçe’nin bu zenginliği karşısındaki tahribatımız, özensiz kullanımlarla yıpranan dilimiz bu zenginlik karşısında bizi acizleştirmiyor mu?
    ilhan berk için “yazmak bir cehennemdir.” mesela. yazacak çok şeyi olup kalemi eline aldığında silahını çeken bir asker kadar onu hünerli kullanmak elbette ustalık gerektirir ve yazmak bir cehenneme dönüşebilir. ya da yazacak hiçbir şeyi olmayandır cehennemin kendisi… belki de asıl cehennem yazamamaktır. oysa kendime susamadığım zamanlar yazarım ben.
    insan yazmaya başlayınca içindeki hüzünle de dost olur mu bilinmez ama yalan söylerken de yazdığımız çoğu taklalarımız olmuştur, “yazma, bırak bu işleri” diye çıkışırız çoğu kez.
    yazmak kelimesini aslında ne kadar çok kullandığımızın ne kadar farkındayız acaba? peki hayatımızda fiili olarak sürekli tükettiğimiz bu durumu “yazmak ne demektir?” diye etrafımızdakilere sorarsak bir çırpıda cevap verebilen kaç kişi bulabiliriz sizce?
    bence yazmak, ölmeyi öldürmektir. ölüm hangi şairi öldürmüştür, ölümsüzlüğü yakalayan hangi düşünür bunu hangi yolla sağlamıştır, kayıtlara geçmeyen hangi tarih gerçekliğini korumuştur…
    ölü ozanlar derneği filminde robin williams’ın destansı bir performansla canlandırdığı ingilizce öğretmeni john keating “içimdeki barbarca çığlığı dünyanın çatısından haykırıyorum. kim ne derse desin, sözcükler ve düşünceler dünyayı değiştirebilir. millet, kendi sesinizi bulmak için çabalamalısınız. çünkü ne kadar uzun beklerseniz, bulmanız o kadar zor olur. thereau demiştir ki:çoğu insan hayatını büyük bir çaresizlik içerisinde geçirir. siz böyle olmayın! bırakın bunu!” gibi sözlerle vurguluyor yazmanın önemini.
    önce yazmaya özendireceksin. sonra kendi sesini bulmasını sağlayacaksın. yazar okuyacak didinecek, kendi sesini arayacak, hep daha iyiyi amaçlayacak, düşünecek, hayatı analiz edip kağıda dökecek… kitap yazacak, okutamayacak. dağıtın diyecek, dağılın diyecekler. onun hakkında öyle yazma şöyle yaz diyecekler, sus payın olacak. sen çok yazdın geç biraz içerde yat dinlen bakalım diyecekler… hadi koçum, aslansın, sen yazarsın diyenler meğer hakkaten yazıyorlarmış onu göreceksin!
    oldu! başka işim yoktu zaten, bir de bunları düşüneceğim öyle mi? üstelik parasal değere dönüşmesi çok zor bir alanda hep daha iyi yazıyı, düşünceyi bulmak için didinip duracağım! üç kuruş olursa ona, o da olmazsa keyiften yazacağım öyle mi? huzurlu dünyama huzursuzluk vaat ediyorsun yani! sen benim hayatımı cehenneme mi çevirmek istiyorsun? deli misin ilhan berk!
    -evet, yazmak deliliktir aslında.
    bir insan kendi sesini nasıl bulur? yiğidin yoğurt yemesi gibi bir şey mi bu? çok gerekli midir kişinin kendi sesini bulmaya çabalaması? yazmak bir ihtiyaçtır, zorunluluktur. hava gibi, su gibi olmazsa olmaz bir eylemdir. hayatla derdi olan insanın yapacağı iştir. görev verilmeden görev edinmektir yazmak. iyi bir yazı birikerek ve zamanla yolunu, sesini bulur. herkes yazmak zorunda değildir elbet ama herkes okumak zorundadır, okumayan yazamaz çünkü, düşünemez, itiraz edemez, hakkını arayamaz, kültürel besinini alamaz. mesela sait faik delirmemek için imdat çekici olarak kullanmıştır bunu…
    kılıçlarınızla alamadıklarınızı kalemlerinizle alabileceğiniz bir silahtır yazmak. özgürlüğü tutar gibi sıkı sıkı sarılırsınız ona. sevgiliye sarılır gibi. biteni vardır, bir insanın tükenişi gibi tükenir, dokunur açarsınız onu, yeniden dirilir. bir insanı yontmak gibi yenilersiniz kaleminizi. tükeneni de vardır, gücü tükenen bir insan gibi… destek olursunuz paranızı paylaşırsınız ya da dostluğunuzu, öfkenizi belki… kendine gelir dirilir. mürekkebi olursunuz kaleminizin, sesiniz olur avuçlarınızda.
    ciddiyetle yazmalı insan, yazmanın zahmetinden en ufak bir taviz vermeden freud’un en eski mektuplarından birinde emil fluss’a dediği üzere, “onları saklayın, destekleyin, koruyun, ne olacağı bilinmez” notunu altlarına düşerek tarihe hediye edercesine iyi bakın yazdıklarınıza. sözün uçtuğunu, yazının kaldığını bilerek yazın.
    birbirimizi dinlemeye ne kadar tahammülsüz olduğumuzu görüyorum. bir düşüncenin diğer düşünceyi dinlemekten çok ezmeye çalışmak gibi bir üstünlük çabası içinde olduğunu görüyorum. kimsenin birbirini dinlemeye vakit ayırmadığı dünyada, günden güne herkesin teslim olduğu kaçınılmaz durumu ifade ediyor artık yazmak. karşında bir şeyler anlatmaya çalışanı sessizce, bölmeden, pür dikkat dinlemenin bir hüner olduğu günleri yaşıyoruz. oysa dinlemek doğal bir özellik olmalıydı ama nesli tükenen her şey gibi dinlemek de bulunması zor bir hüner olarak hayatımızda artık. yazmak bu yüzden de bir ihtiyaç.
    hayatımızda bizimle iç içe olan ama yazmaya başlamadan tanımlayamadığımız o kadar çok kavram var ki, bahsi geçtiğinde “yazmak… yazmaktır işte…” demekten öteye gitmiyor ifade çabamız ve yazmaya başlayınca da bambaşka bir şey çıkıyor ortaya. kadraja giren görüntünün kendini ifade şansı doğuyor bir nevi.
    yazmak spor yapmaktır, beynimizi zinde tutar. kalemle kağıtta yürüyüşe çıkmaktır. dilini kaleme dolamaktır. kiminin yarasına merhem, kiminin merheminin yarası olan kelimeler vardır. douglas adams’a göre “oldukça kolay bir eylemdir, tek yapmanız gereken alnınız kanayana kadar boş bir kağıda bakmaktır.”.
    bir dünya yaratmak, ütopyası size ait düzenin tanrısı olmak, kaderini sizin yazdığınız ancak her bir kalem oynatmanın arkasından neyin geleceğini de merak ettiginiz o belki de saliselik duygu için bile yazmaya değen anlar vardır.
    hayallerinizi yeryüzüne indirebilirsiniz. yazmaya başlamak için bir kalem ve bir kağıttan fazlasına ihtiyacınız da olabilir. ama yazmaktan korkmayın.
    “yayımlanmamış olmasının hiç önemi yok. bu iş soluk alabilmek için yapılır.”
    samuel beckett
    mürekkebiniz bol olsun...

    yazar da olunuyor, bak.
    0 ...