Can ellerinden gelmişem, fani mekanı neylerem?.... Gecenin sessizliğinde, yalnızlığın tam orta göbeğinde ben beni dinlerken, bir türlü aklımdan çıkaramadığım, özlediğim şeyler var. Geçmişe bağlı kalmak da değil bu. Bir başka. Bir sorgu, bir arayış, bir kıyaslama. Kocaman bir açlık mutluluğa... Güneşi gördüğünde binbir rengini koyveren ebemkuşağı gibi mutluluk biraz da. Lakin ne gün geldi pencereme ne de bülbül. Hep bir durak oldum yorgun gönüllere, lakin hiç bir gönül dinlendiremedi beni uzun uzadıya. Yaralarımı sarmak yerine sığındığım sığınaklar, gönül koyup, ruhumu emanet ettiğim eller, hep bir kaçış içinde oldular. Ya gerçekten korktular ya da görünmez bağlardan kaçmak istediler. En çok da onun gidişi acıttı. Saçma sapan bahanelerle, benim hayatımı, beni düşünürmüş gibi yapıp gitmesi. Biliyordum artık dizlerinin üzerinden ayaklarının üzerine yükselmişti. Bense hep gönül mesafesinde tutmuştum yüzümü onun aşkına karşı. Yanılmışım. Hayattaki binbir yanılgımdan biri de o oldu işte. Çok kolay söylemesi bir kaç harf, bir kaç hece. Ama bir ömür götürdü benden gidince. Hesabını soramadım, ne gözyaşımın, ne kırgın ruhumun ne de paramparça hayatımın. Gitti, gitti ya ; şimdi herşey daha bir boş. günler birbirinden daha zayıf yaşama karşı. Göz yaşları daha bir ağır eskiye göre. Hayat benim için öylesine. Önemsiz, anlamsız, amaçsız, hedefsiz. Boşluk dedim,dediler, dedik hep birlikte. Ama o da değil. birinin varlığını doldurmaya çalışırsam boşluk kalır. Lakin ben bilirim, adım gibi, adı gibi, ölümün ger.ekliği gibi bilirim. Hiç kimse o olamaz. Hiç kimse dokunduğunda ruhumdan kuş sürülerini havalandıramaz. Havalandıramadı da... Mutluluktan ağlatamadı kimse, ya da üzüntüden ağlarken yine sarılıp sığındığım olmadı kimse. o vardı bi tek. O hep vardı. Gördüğüm günden, geride bıraktığım güne, tekrar merhaba deyişime kadar. Ruhuma işleyene kadar hep vardı. Ölene dek hep var olacak... Ben kalmayıncaya dek...
Yalnızlığın da mutluluk olabildiği zamanlardı o zamanlar. Kapıdan girişini görmek için uyumamak, gelecek diye heyecanlanmak, geldiğinde nefes kesilene kadar sarılmak, sarılmak....
Şimdiyse; yalnızlık bir acı. yokluğunda daha fazla yaşanan bir sevgi mi, nefret mi, acı mı bilemedim. Belki intikamdı. Hazmedemedim. Ne gidişini, ne onsuzluğu. Ben aşkın bu yüzünü bilmezdim. Ben benim bu yönümü bilmezdim. Bambaşka bir ben, herşeyden uzak, herşeyden kopuk, sadece ona ait.
Hayatın birden yok olup gitmesi önce ruhla başlıyormuş. Ardından herşey değer verilen herşey yitip gidiyormuş. Ruhmuş yaşamı yaşam yapan. Mutluluğu bedene sokan. Ruh; pamuk şekeri gibi bişeyi anımsatıyor bana. Pembe, mutlu, hafif, yumuşacık... Sahi, biz onunla hiç pamuk helva yememiştik...