Peygamber'in amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve en çok hadis rivayet edenler arasında yer alan sahabe ibn abbas'a kulak verirsek durum özetlenmiş olur sanırım.
ibn abbas üstün astronomi bilgisini aktarıyor : size allah elçisinden işitmiş olduğum bir sözü aktarıyım:
''alah'ın elçisinden güneş ve ayın durumunu sordular. sorulara şu yanıtı verdi: kutlu ve yüce allah, tüm yaratıkları kusursuz olarak yarattı, nurundan iki güneş yarattı. birini güneş olarak bırakmaya karar verdi... cebrail'i gönderdi. cebrail o dönemde ikinci bir güneş durumunda bulunan ayın üzerinden kanadını 3 kez geçirdi ve böylece ayın kendi aydınlığını giderdi. bundan sonra ay ancak güneşten ışık yansıtır oldu... ayda görmekte olduğumuz çizgilere benzeyen karanlıklar bu gidermenin, cebrail'in kanatlarını sürerek ayı söndürdüğünün göstergesidir.
allah bundan sonra güneş için arş nurunun aydınlığından bir araba yaptı. bu arabanın 360 kulpu vardı, bu kulplardan her birine bir meleği görevli kıldı. ay'a ve onun arabasına da 360 melek görevlendirdi. allah ay için de güneş için de göğün çevresinde doğacakları ve batacakları yerleri, batıda kara çamurdan 180 pınar yarattı ki, allah bunu kuranda anlatmaktadır. allah doğuda da 180 tane kara çamurlu pınarlar yarattı. pınarlar kaynarken kazan gibi kaynarlar. onun her gün ve gece batacak yeni yerleri var. bu pınarların baş tarafı batıdır. yazın doğacak yerleriyle batacak yerlerinin arası uzun, kışın daha kısadır.
allah aynı zamanda göğün aşşağı katmanında bir deniz yarattı. bu deniz 3 fersahlık bir yeri kapsar. bu deniz her yanı sarılıp tutturulmuş bir dalga olup, allah'ın buyruğuyla gökte durur. allah'ın gökte tuttuğu bu denizden yere bir damla olsun su damlamaz, çünkü, genelde yeryüzündeki denizler durağan olmalarına karşın gökteki bu deniz atılmış ok çabukluğunda akar. bu dalga gökte batı ile doğu arasında uzatılmış bir ip gibi dosdoğru gider. güneş, ay ve gezegenler gökteki bu denizin dalgalarının derinlikleri içerisinde gidip gelirler. allah bu durumu kuran'da anlatmaktadır. felek denilen, arabanın gökteki denizin derin dalgaları içinde yürümesinden başka bir nen değildir. andolsun güneş bu denizin dışına çıkacak olursa yerdeki kayaları, taşları yakacaktır. eğer ay bu denizin dışına çıkacak olursa yeryüzünde yaşayanlar onun güzelliğine vurulur, allah'ı bırakıp aya taparlar.
gezegenler de beş tane olup bunlar da güneş ve ay ile birlikte, onlar gibi gökteki o denizin içindendirler. yıldızlar ise kandillerin mescidlerde asılı durdukları gibi, göklerde asılı dururlar ve allah'ı kutsamak üzere gök ile birlikte dönerler. bu dönüp dolaşmaları onların allah'a ibadetleridir. güneş bataklığından doğduğu zaman arabasının kulplarını tutan melekler kanatlarını açarak allah'a ibadet ederler.
allah bazen kullarını suçlarından döndürüp kendi yoluna çağırmak için uyarı mahiyetinde güneşi bindiği arabadan denizin dibine düşürür. bu sırada gün kararır, yıldızlar gözükür. bu güneşin bütünüyle tutulma durumudur. allah bundan daha küçük bir ibret göstermek istediğinde güneşin bir bölümünü düşürür arabadan ve bir bölüm parçaları arabada kalır. bu da küçük ölçüde tutulmadır. allah bu yolla güneşi ve ayı dener, kullarını korkutarak suçlarını bağışlaması için yalvarmaya çağırır.
bu durum gerçekleşirken melekler ikiye bölünürler, bir bölümü güneşi arabaya, diğer bölümü arabayı güneşe çekerler. melekler güneşi arabasının üzerine koyduktan sonra, onu batıya doğru çekerler. onu batacağı balçığa getirdikten sonra güneşi oraya bırakırlar. böylece gün batmış olur.
allah doğuda ve batıda bu bataklıkların yanında iki kent yaratmıştır. bu kentlerdeki halkın sayısının çokluğu ve seslerinin gürültüsü engel olmasaydı, yeryüzünde yaşayan herkes doğup ve battığı sırada güneşin bu balçığa düşmesinden çıkacak gürültüyü işitirlerdi. ''
alimlerin o dönemler kuran'ı okuyup yorumlayarak çıkardıkları bilimsel sonuçların seviyesini anlamamızı sağlayan bu anlatıları günümüze aktaran taberi'nin milletler ve hükümdarlar tarihi adlı kitabıdır.
taberi'nin 900 lü yıllarda yazdıklarının üzerinden 800 yıl geçtikten sonra, erzurumlu ibrahim hakkı'nın 1757 de yazmış olduğu marifetname adlı kitapta, bu görüşlerin kuran'a şeriata uygundur, dinimizce buna inanmak gereklidir denilerek savunulduğu görülmektedir.
bu eserden küçük bir alıntı:
'' buraya gelinceye kadar yazılanların hepsi din meselelerindendir, bu anlatılanların hepsine şüphe etmeden inanmak hepimiz için gereklidir, çünkü bunlar din meselelerinin ana esaslarıdır ve akli delillerle kıyas etmek (mantığa vurmak) doğru olmaz.
bilime katkıda bulunan ünlü müslüman bilginlerinin (ibni rüşt, ibni sina, farabi gibi) keşiflerinin kendi halkı tarafından sindirelemediğini görmekteyiz tarih boyunca, oysa bu bilgileri kullanan dış milletler günümüz teknoloji ve bilimini de ellerinde bulundurmaktadırlar.