kader denilen tepeye isyan bayrağının çekildiği sabahtır..
yamulmuyorsam ocak ayı ortaları. askerliğin bitip, sivil hayatın başlayacağı hayallerin kurulduğu sondan ya 40. gün ya da 45. bitmiş yani askerlik.
uzun zamandır kafamı meşkul eden soruydu esasında bu. "ulan 40-45 gün kalmış, gitsen* en az 10 gün şafak geri tepecek. gitmesen, artık zûll olmuş, kahır olmuş çekilmiyor. iki ucu boklu değnek, öyle bir paradoks içindeydim.
netekim; "gitmiyorum ulan" dedim. gitmedim..
askerliğin hiyerarşi sıralamasında, "er" olarak ulaşılacak en üst mertebesi olan "dede" apoleti omuzlarımda, kışlanın içinde ayak basmadık yer bırakmamak adına koridorları arşınlıyor, garip garip hayallere dalıyordum. dalıyordum zira, ertesi gün bayram sabahı. birazdan mesai bitecek, subaylar evlerine gidecek ve o zalim garnizon benim adına "hasret" dediğim gemiye sabaha değin yüklenecekti.
efkârın dibine dibine vuran ben, sakladığım cep telefonuma kavuşacak sevdiklerimle görüşmeye gizlice başlayacaktım. öyle de oldu..
akşam, saat 19:30 suları..
ben ve babam.
+ alo baba
- oğlum. nasılsın oğlum. ah benim oğlum ah.
(gülüşmeler)
+ iyiyim baba sen nasılsın. bizimkiler nasıl?
- biz iyiyiz oğlum. seninle berbaer gün sayıyoruz. az kaldı oğlum bitirdin, bitirdin.
+ bugün kütahya'daydım ben.
- nasıl? kütahya'ya mı gittin?
+ yok yaw. plaka plaka. 43 yani şafak.
(gülüşmeler)
vel hasılı, bayram muhabbetine ne babam girdi ne de ben. boğazımda bir yumruk gibi tıkandı kaldı cümleler. zorla "sesli tebessüm" ettim. babam da. kapattık.
koğuşa geldim. 2-3 tane torun "izne" çıkıyorlarmış 10'ar gün. nasıl koydu, nasıl koydu. ama hiç çaktırmadan; "vayy avyy.. kızlara selam söyle toruuunnn" dedim. ne skime dedim ben de bilmiyorum. eziklik işte.
"a.selam" dedi. "eyvallah" mahiyetinde tebessümle beraber, gözlerini de kısarak aşağı doğru kısa ve net bir hareket yaptı kafasıyla.
sigara üstüne sigara o gece. nihayetinde yattık, uyuduk..
bekledim biraz. hakketen gitti ipne. saate baktım 10'dk var 08:00'e. haraketleri ferrari'ye bağlayarak, botların bağcıklarını paçadan içeri atarak, son düzlükte sprinte kalkan atlar gibi içtima alınacak alana girdim. resmi sonuçları varış hakemleri verecekmiş.
neyse,
en arkadaki yerimi aldım. yüzbaşı geldi, içtima yapıldı. eksik gedik ayva erik tamamlandı. yanındaki asteğmene gözleriyle siktir çekip uzaklaştıran yüzbaşı, başladı gönülleri sıka burka konuşmaya.. *
- anneniz babanızdan uzaksınız bu bayram sabahı. ama olsun siz türk askerisiniz. türk askeri uyumaz sıçmaz sevişmez. hasret dediğiniz tez geçer. biz de sizin babanız sayılırız. isteği olan konuşmak isteyen hiç çekinmeden gelebilir...
cila tadında bi konuşmaydı. ama o konuştukça gözler kızardı. gözler kızardıkça duygular yoğunlaştı. duygular yoğunlaştı yüzbaşı konuştu.
hazır ol duruşunda sessizce ağlıyorduk amına koyayım. yaklaşık 10'dk konuştu. yetti.
son olarak;
- "çocuklar, görevi olanlar görevleri başına. diğerleri ıstirahat edebilir." dedi. arkasını dönüp gitti.
bak şu sahneyi çok net hatırlıyorum, kimse istifini bozmadı, bozamadı. ağlıyorduk zira. erkekliğe bok sürdürmek istemiyorduk. saniyelerce kıpırdayamadık. kaldık öylece.
sonra dağılmalar başladı. herkesin kafası önde, götünden bir iş bulup o tarafa doğru haraket etti. darmadağın olduk. ben de çaktırmadan yeşillikler arasında kayboldum. ağladım zırladım açıldım. sonra kafayı kaldırdım kim nerde diye?
hehe
evet, kafayı kaldırıp kim nerde diye bakan arkadaşlara denk geldim. akşam ettik. bayram ettik.
hülâsa,
zordur demişlerdi, askerde bayram sabahı. zira, kader denilen tepeye isyan bayrağının çekildiği sabahtı..