şefkatimiz yalnızca insana yönelik değildi; hayvanları, hatta bitkileri
bile kapsıyordu.
hayata karşı saygılıydık...
bu konuda dilerseniz elisee recus'u dinleyelim, bize 1880'lerdeki
halimizi anlatsın:
"türklerdeki iyilik duygusu hayvanları dahi kucaklamıştır. birçok
köyde eşekler haftada iki gün izinli sayılır."
hayırseverdik...
comte de marsigli'yi tekrar dinleyelim:
"yazın istanbul'dan sofya'ya giderken dağlardan anayol üzerine
inmiş köylülerin yolculara bedava ayran dağıttıklarına şahit oldum."
aynı müellif, ceddimizin hayırseverlikte fazla ileri gittikleri
kanaatindedir. şöyle diyor:
"fakat şunu da itiraf etmeliyim ki, bu dindarane hareketlerinde biraz
fazla ileri gitmektedirler. iyiliklerini yalnız insan cinsine hasretmekle
kalmayıp hayvanlara ve hatta bitkilere bile teşmil ederler."
bu tespiti islâm ve türk düşmanı avukat guer misal-lendiriyor:
"türk şefkati hayvanlara bile şamildir" dedikten sonra şu örneği
zikrediyor:
"hayvanları beslemek için vakıflar ve ücretli adamları vardır. bu
adamlar sokak başlarında sahipsiz köpeklere ve kedilere et
dağıtırlar. sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için
bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık müslümanlara bile
rastlamak mümkündür."
"kaçık"lığın kaynağını da veriyor adam:
"birçokları da sırf azat etmek için kuşbazlardan kuş satın alırlar.
bunu yapan bir türk'e bir gün yaptığı işin neye yaradığını sordum. küçümseyerek baktı ve şu cevabı verdi: 'allah'ın
rızasını tahsile yarar.'"
galiba geçmişimizden uzaklaşmak bize çok pahalıya patladı.
yahya kemal beyatlı'nın bir tespitiyle noktalayalım: "eski türklerin
bir dinî hayatları vardı, dinî hayatları olduğu için de çok şeyleri
vardı; yeni türklerin de dinî hayatları olduğunda çok şeyleri ola
--spoiler--