oynadım. bitirdim. sıra geldi hakkında yazı yazmaya...
bir kere ilk oyun gibi olmasa da bazı bölümlerde oyunun fazlasıyla kastığını söylemeden geçmeyeyim.
ikinci bir konu ise oyunun başından kalkamadım. ben ki aralıksız bir-iki saâtten fazla aynı oyunu oynayamayan adamım, beni bile başına kilitledi.
1- dragon age origins de dahil çoğu crpg'nin en kötü yanı görevler biriktikçe hesabını tutamamak ve bir noktadan sonra ipin ucunu kaçırmaktı. bu yüzden ne oyunlarım yarım kaldı. hah işte, bunda o dert yok. haritayı açtığınız anca görev nedeniyle gitmeniz gereken yerler gösteriliyor.
2- oyun crpg'den çok hack and slash havasında. en azından ben öyle duydum. diablo havası aldım desem yalan olmaz.
3- oyunda yan görevler ana görevlerden daha önemli olabiliyor. pek çok yancıyla ana görevler değil yan görevlerde tanışıyorsunuz. farkında olmadan atladığım bir yan görev nedeniyle isabela'yı hiç görmedim. düşünün. bir de sebastian diyorlar... o kim lan?
4- bazı karakterlerle duygusal yakınlaşma fazla kolay oluyor. arkadaşlığımız artsın diye iki yürek verdiğim anders dudaklarıma yapıştı. sepetledim ibneyi hemen.
5- rogue oynadığım için oyunun en güzel kadını ile başbaşa kaldım. define aramaya çıkarken, "templar götleri bulur, alırlar" diye yanıma aldım. öldü. reload edip bu kez yanıma almadım, korktuğum başıma geldi. meğer anders denen ibne yanımda olmalı ve onu warden'a çevirmeliymiş. bunu öğrendiğimde save'imi yitirmiş, gazetelere hükümsüz ilanı vermiştim.
6- hiçbir sınıfı ezmemişler. hepsinin ayrı güzellikleri var.
rogue oynamanın tadına vardığım oyundur. elde çift bıçak önüme geleni sünnet etmek büyük zevk. hele hele duelist-assassinbuild'iyle tam bir ölüm makinesi oluyoruz. arada varric'le de oynadım, bir ara okçu açmayı düşünüyorum. uzaktan çatır çatır... feci!
warrior oynaması tatsız ama kesinlikle her takımda bir tane olmalı. bunu da qunari ile savaşırken anladım. rogue oynadığım için kendi adamımın canı az. zaten amacı uzun savaşlara girmek değil en kısa yoldan karşısındakini indirmek. neyse... varric ve merrill de düştü. üç buçuk ata ata elimde kalan son takım arkadaşıma, aveline'e döndüm. kılıç-kalkan ekibinden olduğundan canı bul, savunması yüksek. rogue'un onda biri kadar anca vuruyor. doğal olarak çatışmalar uzuyor. uzayan çatışmalarda sigara gibi kanser ediyor ve karşısındakileri yavaş yavaş bitiriyor.
mage'ler daha çok bölgesel saldırı için varlar. öldürmekten çok rakiplerin canlarını indirmek içinler. her takıma bir tane de bundan gerek. healer'a gerek yoktur. doğal olarak anders'ı takımda tutmak da anlamsız.
7- en iyi takım şu üyelerden oluşmalıdır:
rogue**: oynamak için en eğlenceli adam. "yok, ben başka sınıf isterim" derseniz isabela'yla aranızı iyi tutun.
rogue*: bununla da oynamak güzel olabilir ama istemezseniz elinizde kapı gibi varric ve oyunun en sağlam silahı bianca var. varric'in seviyesi yükseldikçe bianca o kadar güzelleşiyor. sonlara doğru +150 vuran bir canavara dönüşüyor.
warrior: bu arkadaşlar takım savunmasının bel kemiği durumundalar. bir nevi takımın bülent korkmaz'ı yani. o nedenle kılıç kalkanlı biri her takıma gerek. oynamak pek tat vermediğinden aveline'i salık verip geçiyorum.* mage: oyunu en kolayda oynadığım ve heal'a gereksinim duymadığım için anders ibnesi çok gereksiz. bana sorarsanız bethany'yi korumaya bakın. olmadı merrill de gayet iş görür.
8- takım arkadaşlarınızı umursayın. ufak görevlerde onların işlerini yapın. böylece oyun sonuna geldiğinizde size kıçlarını dönmezler. bu konu özellikle aveline için önemli. aranız iyi olunca kadın tüm dünyaya karşı gelebiliyor. çatışmalarda ne kadar yararlı olduğunu daha önce de anlatmıştım zaten.
9- oyundaki en güzel iki hatundan biri bacınız bethany (mage seçerseniz oyun başına nalları diker. yapmayın, etmeyin, kıymayın). diğeri ise cassandra. cassandra'yı da yalnızca ara filmlerde görüyoruz. çok ayıp bioware; illâ merrill ya da isabela denen çirkinlerle mi takılmak zorundayız? gerçi merrill allahlı kadın, hep yanımdaydı ama blood mage işte.
10- oyunun son filminde leliana'yı görmek güzeldi. özlemişim hatunu.