isminden dolayı hep bir antipati taşıdığım ve en sonunda izledikten sonra üstüne günlerce düşündüğüm, bence anlatmak istedikleriyle hep karşılaştırıldığı fight club'dan çok ayrı bir film.
filmdeki karakterler bambaşka insanlar olmalarına rağmen olmak istedikleri kişinin reklamını yapıyorlar.
anlatıcımız lester o uyuşmuş, bezgin halinden, ailesi tarafından bile umursanmamasından -kızının arkadaşı angela'ya duyduğu ilginin de onu dürtmesiyle- kurtulmaya, elinden geldiğince hayatını değiştirmeye çalışıyor. belki bunu yapma şekli hatalıdır ama artık kendisi için yaşamaya karar vermiştir.
carolyn mükemmel bir eş, anne ve iş kadını portresi yaratmaya çalışıyor. kocasını aldatmayı uzun bir süre göze alamıyor, en sonunda bunu göze alıp yakalandığındaysa yaratmaya çalıştığı bu portre yıkıldığından çılgına dönüyor.
angela ise hayatı boyunca sıradan olmaktan korkmuş, yalanlarla kendini ulaşılmaz ve çok farklı biri yapmaya çalışıyor.
albay hem homofobik hem de eşcinsel bir karakter. disiplini, otoriteyi, erkekliği ön plana alarak eşcinselliğini saklamaya çalışıyor. oğlunun hep kendisi gibi olmasından korkmuş ve oğlunun da eşcinsel olduğunu sanması onun yıkımı oluyor.
filmde reklama ihtiyacı olmayan tek kişiyse ricky. o kendi istediklerinin peşinde, ona dayatılanların değil. pencerenin önünde iç çamaşırlarıyla dans eden güzel kız angela'yı değil jane'i seyrediyor, bir poşet bile ona dünyanın güzelliklerini hatırlatıyor. ama normal kabul ettiğimiz insanlar ona bir sapık hatta deli gözüyle bakıyor.
durumuna üzüldüğüm tek karakter ricky'nin annesi.