ilkokul çağlarındayken ailecek zeytinlik bir yere pikniğe gidiyoruz. büyükler kendi aralarında takılırken ben ve iki yaş küçük kardeşim 'zeytin ağacına çıkmaca' oynuyoruz. fakat zeytin bodur bir ağaç; bu iş bir süre sonra bizi kesmemeye başlıyor. derken aklıma dahiyane bir fikir geliyor; kardeşim yüksekçe bir dala çıkacak, beline bir ip bağlayıp kendini aşağı atacak. tabii ipin diğer ucu benim belime bağlı, bu şekilde o süzülerek inerken ben de havalanıp dala çıkacağım.
anında uygulamaya geçiyoruz. fakat sürtünme kuvveti denen bir kavramdan haberdar olmamak ondan etkilenmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. atlamanın hızıyla kardeşim beni biraz yukarı çekebiliyor, ve havada öylece asılı kalıyoruz. gülmekten başka yapılabilecek hiç bir şey yok, canımızın fena halde yanmasına karşın deli gibi gülüyoruz biz de. güldüğümüz için büyük grubuna sesimizi yetiştiremiyoruz, yetiştirdiğimiz zaman kahkahayla karışık olduğu için imdat çağrımız pek ciddiye alınmıyor. nihayet geldiklerinde ufak bir kurtarma operasyonuyla ayaklarımız tekrar yere basabiliyor.
muhteşem planımın neden çalışmadığını ise ancak yıllar sonra okulda sürtünme kuvveti dersini görünce öğreniyorum. o gün sormayı akıl edememişim demek ki.