Danimarka'da Hz. Muhammed ve islam'la ilgili karikatürlerin yayınlanmasına karşı Müslümanlardan gelen tepkilerin giderek artığı ve olayın uluslararası bir bunalım konusu olmaya başladığı dönemde, bu karikatürlerle birlikte aynı konuda başka karikatür ve mizahi metinleri yayımlayan Fransız Charlie Hebdo mizah dergisi, 12 imzalı bir bildiri yayımlamıştı. 1 Mart 2006'da yayımlanan ve "12'ler bildirisi" adını alan bu metni imzalayanların bir bölümü, Müslüman bir ülkede yaşarken, özellikle kadın hakları konusunda islami kurallara dayanan uygulamaları eleştiren ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan veya buna gerek duyan kadınlardı.
Aşağıda Türkçe çevirisi yer alan bu metin, dünya kamuoyunda beklenen tepkiyi yaratmadı. Bunun bir nedeni imzacıların bir kısmının kendisinden kaynaklanıyordu. Örneğin, esas kaygısının medya spotlarının kendi üstünde kalmasını sağlamak olduğu her girişiminde sırıtan Bernard Henri Levy, imzacılar arasındaydı. Bunun yanında, saygın bir yayın olan "Şark Defterleri" dergisinin Lübnanlı Hıristiyan yöneticisi Antoine Sfeir'in listede bulunmasının nedenini, "islamizm" konusunda yazdıklarıyla sadece ilintilendirmek zordu.
islam'ın özellikle kadın-erkek eşitliği ve özgürlükler konusundaki olumsuz yönlerini vurgulama girişimlerinin önde gelen isimleri Salman Rüşdi ve Bangladeşli Teslime Nesrin'in yanında, Britanya'da yaşayan iranlı yazar ve sinemacı Meryem Namaziye'nin, Fransa'da yaşayan iranlı kadın yazar Şahla Şefik'in, Uganda kökenli ve Kanada'da yaşayan, 'Müslüman ama Özgür' adlı çok satan kitabın kadın yazarı irşad Manji'nin imzaları metne esas ağırlığını veriyordu. Listede bir de Somali asıllı Hollanda'da yaşayan (bütün öyküsü 6. sayfamızda yer alan) Ayaan Hirsi Ali vardı.
Görüldüğü gibi, imzacıların birkaçının olumsuz imajıyla kısmen malul olan bildiri, işaret ettiği olgular kadar, hatta ondan daha fazla üslubu, siyasal konumlanışı ve mesajı itibarıyla gene de üzerinde durulması gereken bir metin. Türkiye'de bugüne kadar yayımlanmadığını zannettiğimiz metni önce okuyalım: "Faşizmi, Nazizmi ve Stalinizmi yendikten sonra, dünya totaliter türden yeni bir küresel tehditle karşı karşıya. Bu tehdit, islamizm'dir. Yazar, gazeteci, aydın olan bizler, dinsel totalitarizme karşı direnişe ve özgürlük, fırsat eşitliği ve laikliğin herkes için gelişmesine çağırıyoruz. (Hz.) Muhammed'le ilgili çizimlerin Avrupa gazetelerinde yayımlanmasını izleyen olaylar, bu evrensel değerler için mücadele gereğini açıkça ortaya koydu. Bu mücadele silahlarla değil, fikir seviyesinde kazanılabilir. Bu bir medeniyetler çatışması veya Batı-Doğu zıtlığı değil, demokratlarla teokratları karşı karşıya getiren global bir mücadeledir.
Bütün totaliterizmler gibi, islamizm de korku ve yoksunluktan besleniyor. Nefret vaizleri, sayelerinde özgürlük düşmanı ve eşitsiz bir dünyayı zorla kuracakları taburları oluşturmak için bu duyguları kullanıyorlar. Biz onlara güçlü ve emin bir sesle diyoruz ki: Hiçbir şey, çaresizlik bile, karanlıkçılığı, totalitarizmi ve nefreti seçmeyi doğrulayamaz. islamizm, eşitlik, özgürlük ve laikliği geçtiği her yerde öldüren reaksiyoner bir ideolojidir. Onun başarısı, adaletsizliğin ve tahakkümün hakim olduğu bir dünyadan başka bir şey değildir. Söz konusu olan, erkeklerin kadınlar, köktencilerin diğerleri üzerinde tahakkümüdür. Biz, tam tersine, ezilmiş ve dışlanmış insanların evrensel haklara sahip olmasını savunmalıyız.
Eşitsizlik ve tahakküm
Gelenek ve kültürlere saygı adına, Müslüman kültürüne ait erkek ve kadınların, eşitlik, özgürlük ve laiklik haklarından mahrum kalmasını kabul eden 'kültürel görelilik'i reddediyoruz. islam'ı eleştirmekle, inananları kötü biçimde damgalamayı birbirine karıştıran talihsiz bir kavram olan 'islam fobisi'ni güçlendirmekten kaçınmak için eleştirel aklı terk etmeyi reddediyoruz. Tüm dogma ve aşırılıklara karşı, bütün kıtalarda eleştirel aklın çalışabilmesi için, ifade özgürlüğünün evrenselleşmesini savunuyoruz. Tüm ülkelerdeki özgür düşünce sahipleri ve demokratları, yüzyılımızın cehaletçiliğin değil aydınlığın yüzyılı olmasına çağırıyoruz."
Günümüz Batı toplumlarında, demokratlık ve özgürlükçülük adına alınan radikal tavırların sentezini yapan bir metin var karşımızda. Metnin haklı olarak işaret ettiği olgu, eşitlik ve özgürlük anlayışı açısından islam'da kadının konumunun sorunlu olduğu. Bunun islam'a mı, Müslüman ülkelerde ataerkil geleneklerin çok daha güçlü biçimde hükmünün sürmesine mi bağlamak gerektiği tartışılabilir. Ama islam'ın kadın-erkek eşitliği yönünde güçlü bir ivme içermediğini, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü kolaylaştıran hükümler içerdiğini söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, kendinden önce var olan, kadim bir eşitsizlik ve tahakküm geleneğini yıkmaya yönelik bir dinamik içermekten ziyade, onun devam etmesini mümkün kılan öğeleri içinde barındıran bir özelliği var islam'ın. Bu eşitsizlik ve tahakküm dinamiğinin günümüz dünyasındaki yegane taşıyıcısı islam değil. Ayrıca islam'ın eşitsizlik üreten hükümlerinin tümü emredici değil. Örneğin miras hukukunda kadınla erkeği eşit kılmayı kimse günah olarak tanımlamıyor. Tüm bunlara rağmen kadın açısından islam'ın belirgin bir eşitlik ve özgürlük eksikliğiyle malul olduğu bir gerçek.
Bu sorunu bu çerçeve içinde almaktan daha öte bir şey yapıyor yukarıdaki metin. islam'ı bir siyasal projenin taşıyıcısı olarak algılayanları işaret ettiğini tahmin ettiğimiz "islamizm" kavramının arkasına sığınarak, kendisi de Batı toplumlarında yaşanan endişe ve korkuları araçlaştırıyor. Nazizm, Stalinizm ve faşizmle islamizm'i aynı planda, totaliterizmin farklı tezahürleri olarak değerlendirirken, bu araçlaştırmanın ipuçlarını yakalıyoruz. Faşizm, Nazizm ve Stalinizm genel olarak bir ideolojiyi değil, belli bir ülke veya ülke topluluğu içinde yer alan totaliter siyasal pratikleri ifade ederler. Bunların arkasında ise daha genel ideolojiler vardır. Nazizm, Stalinizm veya faşizme kıyasla islamizm'in neye tekabül ettiğini anlamak bu bakımdan zor. Suudi Arabistan'daki rejimi mi, iran'dakini mi, Afganistan'da Taliban rejimi deneyimini mi veya oluşum halinde bir rejim anlayışını mı "islamizm" kavramı ifade ediyor? Yoksa kadın eşitliğine doğru adımın atıldığı sufi gelenek de "islamizm" içinde mi yer alıyor? Burada yapılan genelleme, ne kadar medeniyetler çatışması kavramını reddetse de, metni kaleme alanların özünde böyle bir çatışmanın varlığıyla zihin dünyalarının şartlanmış olduğunu ele veriyor. Humeynizm, Selefizm, Kaidecilik olarak adlandırılması gereken, genel olarak özgürlükler ve özel olarak kadın-erkek eşitliği konusunda son derece sorunlu somut siyasal pratikleri ifade eden rejim tanımlarının "islamizm" türünden muğlak bir değerlendirmenin ardına yerleştirilmesi, demokrasi ve özgürlük arayışının evrenselliği iddiasını inandırıcı kılmıyor.
Buna karşılık, bu metinde Türkiye'de üzerinde dikkatle tartışmamız gereken bir konu var: "Kültürel görelilik" kavramı. Gerçekten de günümüz dünyasında olduğu gibi, Türkiye'de de kültürel kimlik tanınmaları politikalarının bir ucu, bu kavramın işaret ettiği ilkeye dayanıyor. Kültürel görelilik ilkesi, herkesin kendi örf ve adetlerine uygun yaşama hakkı olduğunu iddia eder. Bunun sonucu, kılık ve kıyafette olduğu gibi, yaşam tarzında, eğitimin içeriği ve düzenlenmesinde, günlük hayatın organizasyonunda, aile içi düzende, anne-baba ve çocuk, erkek ve kadın ilişkilerinde herkesin kendi kültürel kodlarına uygun davranabilmesi demektir. Kültürel görelilik ilkesi bazı evrensel ilkelerin varlığını kabul etse de, evrenselin üstünlüğünü reddeder.
Ne var ki, evrensel değerlerden hareket ediyoruz diyerek, bu değerleri şekil veya içerik itibarıyla tıpatıp benimsemeyenleri toplu biçimde örümcek kafalı, irticai güçler olarak tanımlamak günümüzde o kadar kolay değil. Kolay değil çünkü o "evrensel", yukarıdaki metinde ima edildiği kadar evrensel değil. Ne içerik olarak ne de uygulama olarak. Sorun tam da burada yatıyor.
Bu açıdan ele alınca, Türkiye'de de laik-antilaik çatışmasının da tahakkümcü ve yayılmacı bir kültürel görelilik anlayışıyla, uygulamada gerçekten evrensel olamayan "eşitlik ve özgürlük" söyleminin çatışmasından beslendiğini söyleyebiliriz. Burada sorun, evrenselin ilke ve uygulama olarak gerçekten evrensel olamamasından da kaynaklanıyor. Eşitsizlik ve tahakkümü mazur veya meşru gören "çağdaş" düşünceler de bu açıdan bir o kadar tehlikeliler. Günümüzde "islamizm" tehlikesine ve daha geniş bir tanımla teokrat cepheye karşı demokrat cepheyi tutarlı ve güçlü biçimde oluşturmak için evrensel değerler ve ilkeler sorununu gündeme getirmek elzemdir. Günümüzde yalnız dini tınılı totaliter tahayyül ve pratikler değil, kendi merkezli değer ve ilkeleri evrenselliğin yegane ölçütü olarak kabul eden anlayışlar da özgürlük ve eşitliğin evrenselliğinin karşısında engeldir. 12'lerin bildirisi, semai veya dünyevi teokrasilere karşı fikri planda güçlü bir mücadele önerirken ne kadar haklıysa, bunu yaparken "mutlak kültürel fark" inancının tuzağına nasıl düşülebileceğine dair anlamlı bir örnek oluşturuyor.