bejan matur

entry42 galeri
    33.
  1. Eserlerindeki anlam çok derindir, dalmakta zorlanırsınız, dalınca da çıkamazsınız.

    Rüzgar dolu konaklar ;

    Doğduğumuzda Bizim için yaptırdığı sandıklara Gümüş aynalar Lacivert taşlar Ve Halep ten kaçak gelen kumaşlar Dolduran annemiz Bir zaman sonra Bizi koyup o sandıklara Yol Rüzgar Ve konakları fısıldayacaktı kulağımıza. Yalnız kalmayalım diye karanlıkta Çocukluğumuzu ekleyecek Avunmamızı isteyecekti O çocuklukla. Sırtımızdan jiletle akıtılan kanın Karıştığı uzun ırmağa Bırakıldığımızda Annemiz bu kadarını istemezdi Bu yüzden O uyurken Uzaklaştık Diyorduk sulara. Gidişin kendisinden artakalan Her şey, herkes burada. Ben buradayım Kardeşlerim yitikliğiyle burada Annem elbiseleriyle Erkek kardeşim savaş korkusuyla Babam burada hiç uyanmış olmasa da Dünya eksilmiş etrafımda Bir düş sanki olanlar Uzayan ve uzadıkça acıtan I Annemiz Siyah kadife elbisesini olkadığında Saçlarını düşürerek bakışlarına Babamızı hatırlardı:   Beyaz bir dağda olduğunu söylüyordu onun Beyaz ve her bahar küçülen bir dağda II Hepimizden büyük olan Ve uzaktaki savaştan korkan Erkek kardeşimiz Dönmeyince bir daha Biz de korktuk savaştan. Ama savaş değildi onu bırakmayan. Gelmirken yanımıza Atıyla uyumuş Babamızın karşısındaki karlı dağda   Annemizin yüzü azaldıkça Omuzları küçüldükçe annemizin Şaşındık hangi dağa bakacağımıza III Evimizin uzun sofasında Kadife elbisesi uzayıp Gümüş başlığı ağırlaştıkça Bolardıkça gümüş kemeri Annemiz benziyordu baktığı dağlara. Baharda inceliyordu kabuğu Ama ulaşamıyorduk ona. Ölüyordu Bu defa gerçekten eriyordu Bir daha görünmedi sofada IV Her kış kaybolan Ve baharda ortaya çıkan Bir ağaç oldu annemiz   Dövmeleri olan bir meşeydi o iniltisi geliyordu kulağımıza V Annemiz Her gece siyah kadifesiyle Dolaşıyordu dağların arasında Kökleri olmayan bir meşeydi o Suskun, arasıra ağlayan   Ayrılmadan daha Toplaşır gölgesine annemizin Fısıldaşırdık aramızda Tanrım n olur bağışla Evimizi bağışla tanrım n olur Dokunma sofamıza Orada gülebiyoruz ancak Orada adamakıllı susuyoruz Orada ağzımız bizim oluyor Dokunmasak da   Görüyoruz annemizi uzaktan VI Soğuklar başladığında Atlılar gelmişti bizi almaya Yaşlı ve tahaf atlılardı Korkutmuşlardı bizi Kar yağmıştı bakışlarına. Ve hiç konuşmadan bizimle Bakmadan ellerimizin küçüklüğüne Konaklara götüreceklerdi bizi Rüzgarla uğuldayan konaklara VII Annemiz Babamızın ve kardeşimizin ortasında Usulca uyurken Uzaklaştık yaşlı atlılarla. Boynumuz ağrıdı geriye bakmaktan Gözlerimiz uzadı her kıvrımda. Ama boşuna Boşuna bizim ağlayışımız Hastalığımız boşuna Yönü yitirmişti atlılar   Dönemedik bir daha VIII Dağlardan yuvarlanan taşlar gibiydik. Dörk kızkardeş Gölgesiyle derinleşen vir vadide Artık bizim olmayan Yatağımızı aradık Aradık yatağımızı günlerce. Kaç dağ gittiysek O kadar uzaktık birbirimizden O kadar yalnız dendimizle IX Ne son ne başlangıç Ne içeri ne dışarı Oradaydık O taştan dünyanın ortasında. Yollarımız uzadıkça Annemizin dövmeleri kararmakta X Ayrılacaktık herbirimiz Bir yolağzında. Ama önce kim Kim korkacaktı Yoldan Geceden ve yaşlı atlıdan. Sıramız yoktu Bu yüzden ürperiyorduk her ayrımda.   Ben kalmıştım sona Önümde uzanan dar yolla Acılarından güç alan Bir yolcuydum artık hayatta   XI   Geldiğimde rüzgar dolu iki konağa Günlerce uyudum Kilimler ve bakırlar arasında. Rüzgarı sevebilirdim Kapılar ve pencereler olmasa   XII   On yılım geçti rüzgarla Üşüdüm her konakta Konuşmanın ne anlamı var diyorum insanın yankısı olmazsa   Suskun konaklar gibiydim Kapıları gittikçe çoğalan   XIII   Gümüşler ve atlar azaldıkça Taşınıyordum oradan oraya Yıldızların sesini tanıyordum Güneye yaklaştıkça   XIV   Geceleri Yalnız ve budala ay Bana benziyordu Bir tuhaflık vardı gülüşümde Büyüyordum. Aşkı düşünüyordum arasıra Efendisini gövdenin. Hangi gece uykusuz kalsam Toprak kokuyordum   Ve çıktığım her yolculukta Yorgunluğuma aldırmadan Düşler kuruyordum. Yolların korkutmadığı bir zamanda Yoksulluğuyla alay eden Yeşil gözlü bir adam çıktı karşıma Gözleri koyulaştı adamın Yaşlandıkça XV Çocuklarım oldu o yeşil gözlü adamdan Biri askerdeyken, diğeri kızıl saçlı olan iki oğlan. Ve gelinim, Her gece kızıl saçlı oğlumla uyuyan. Üşürdü hep -yenge ayakların ne sıcak- Derdi ona sokolarak. Onüç yaşında iki çocuk Uyurlardı her gece fısıldaşarak. O gecelerden birinde Yağmur girmişti uykusuna. Saçlarını bana bırak Saçlarını bana bırak Diyen yağmur, Büyülemişti oğlumu uykuda. Saçlarını rüzgarla yıkadığı Tepeye çıktığımda Görünen ova Sular altındaydı Bulutlar yapışmıştı toprağa. Bir kıpırtı bekliyordum Bir ses Oğlumu gizleyen sulardan. Arkamda toplanan köylüler Uçları yanan sopalarla Karanlığı hatırlattılar bana. Duramazdım indim buharlaşan toprağa. Çamurlar arttıkça Gücüm yetmiyordu karanlığa. Üşümesinden korkuyordum yine Saçlarının kirlenmesinden.Bir ses -Ölmüş- dediğinde Üşümüyordu artık oğlum Sessizdi yağmurdan. Yüzüm çamurlu ve keder içinde Taşıdım gövdesini, Saçlarını taşıdım ellerimde. Yüzükoyun bindirildiği at Tepeyi çıkarken Işık sızdırıyordu gizlice.   XVI Yeşil gözlü adamın Bıraktığı yatakta Yaşlanıyorum tavana baktıkça. Artık Anneminki kadar uzun eteklerim. Saçlarım uzun Oğlumun kızıl saçlarından.   Kısa sürdü her şey Yolculuklar Ölüm Ve konaklar Hiçbir şey kalmadı etrafımda isten kararmış sütünlardan başka   Gücümü toplamalıyım son defa Saçlarım kına kokmalı Elma çiçekleri olmalı suyumda. Ve tanrı beni duyuyorsa Daracık bir mezar istiyorum ondan Konakların büyüklüğünü Uğultusunu unutturan ....
    0 ...