ebu kevserin bu konu hakkındaki yazısını sizlerle paylaşıyorum.
islam tarihinde, siyasi nedenlerle, uydurulan veya tahrifata uğratılan haberler yanında unutulan veya unutturulmaya çalışılan haberlere de rastlanır.
işte gadir-i hum (gadirul humm) olayı da, karşıt siyasi zaaflar içerisinde, tarihte unutturulmaya çalışılan veya tahrifatlarla genişletilen bir haber olarak bize intikal etmiş olaylaradan biridir.
bu yazımızda, karşıt iki tarafı ve temsilcilerini tanıtacak, olayın aslını ortaya koyacak ve bazı irdelemelerde bulunacağız.
taraflar iddialar:
olay hz. ali (r.a) ile ilgilidir. onu genişleten ve katmanlarla aslından uzaklaştıranlar şii müslümanlardır. onu hiç anmayan, örtbas etmeye çalışanlar ise ilk sünni tarihçiler, dolayısıyla sünni müslümanlardır.
olayın şiilerce iddia edilen şekli şöyledir:
hz. peygamber (s.a.v), 10. hicri yılda veda haccı nı ifa ettikten sonra, beraberindeki onbinlerce müslümanla medineye dönüyordu. mekke-medine yolunun ortalarında, cuhfe yakınlarındaki gadir-i hum (hum bataklığı) mevkiine geldiğinde (zilhicce 18) kendisine: ey peygamber, rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan onun elçiliğini yapmamış olursun. allah seni insanlardan korur. doğrusu allah kafirlere yol göstermez (maide 67) ayeti nazil oldu. hz. peygamber (s.a.v) bu ayeti, kendi vefatından sonraki meşru halife namzedinin ilan edilmesi şeklinde yorumladı. kafileyi durdurdu. önde gidenleri, geriden gelenleri münadiler çıkararak çağırdı. hepsi toplandıktan sonra imam olup namaz kıldırdı. ağaçlar altında deve semerlerlerinden bir minber oluşturdu. sonra ali (r.a) yanına çağırarak minbere çıktı. müslümanlara uzun bir hutbe irad ederek, kendisinden sonra ümmete imam ve halife olması gereken kişinin ali(r.a) olduğunu ve ali (r.a) sevmenin kendisini sevmekle aynı tutulduğunu ilan etti. bunun üzerine hz. ömer (r.a) dahil birçok müslümanlar, hz. ali (r.a) yi tebrik ettiler.
şii kaynaklarının hacmini oldukça geniş tuttukları bu hutbede, adeta, şiilerin hz. ali (r.a) ve ehli beyt hakkındaki inançları formüle edilmektedir: hz. ali(r.a)meşru ve masum imamdır, kıyamete kadar imamlar ve mehdi onun soyundan gelecektir (1)
yine şii kaynaklar, olayın ve hutbe metninin mütevatir olarak şii-sünni kaynaklar vasıtasıyla bize ulaştığını iddia ederler. (2)
sünni kaynaklara gelince:
bugün bize ulaşmış en eski siret, tarih ve tabakat kitaplarında, gadiri hum olayı ile ilgili hiçbir bilginin mevcut olmadığını görürüz. hz. peygamber (s.a.v) in hayatı ile ilgili teferruatı ihtiva eden eserlerde, bu olay üzerindeki suskunluk, şiilerin olayı tamamen uydurmuş olmaları ihtimalini destekler mi?
gerçekten ibni ishak (ö:150), ibni hişam , vakidi , ibni sad (ö:230) ve taberi (ö:310) gadir-i hum olayından bahsetmezler. günümüzde, 11 cilt islam tarihi yazarı m.asım köksal gerekli- gereksiz birçok nakillerle doldurduğu eserinde bu olayı hiç hatırlamaz. en eski meşhur tefsirlerde, yukarıda verilen ayetin (maide 67) tefsir ve nüzül sebeplerinde de olayın zikri yoktur. örneğin, şii temayüllü olduğu söylenen taberi (ö: 310), ilgili ayetin tefsirinde gadir-i hum olayını hiç hatırlatmaz.
gadiri humdan ve hutbesinden sözeden ilk sünni kaynak, bildiğimiz kadarıyla ahmed b. hanbel (ö.241) in müsned isimli hadis kitabıdır. ancak, burada, anılan ayet (maide 67) ile hiçbir ilgi kurulmaz. olay çok kısa varyantlar halinde verilir. hutbe ise birkaç cümleden ibarettir ve imamet ve hilafetle ilgili bir muhtevası yoktur.
olayin asli:
kanaatimizce, ahmet b. hanbelin müsned inde yer verilen haberler en tarafsız olanlarıdır. ancak bunların yorumu zordur. bunları yorumlamak için tarihçilerin zikrettikleri başka bir olayla birleştirmek ve bazı boşluklarını makul tahminlerle doldurmak gerekiyor.
şöyle ki:
hz. peygamber (s.a.v), veda haccından iki ay önce hz. ali (r.a) yi, yemenin bazı kabilelerine zekat ve cizyeleri toplamak amacıyla gönderir. bu görev esnasında bazı kabilelerle ufak-tefek çarpışmalar da olur ve bazı ganimetler elde edilir. hz. ali (r.a) elde ettiği ganimeti beytülmalın hissesini ayırdıktan sonra adamlarına taksim eder. ancak bu taksimden hoşnud kalmayan ve beytulmale ayrılan hisseden de faydalanmak isteyenler vardır. bazı tartışmalar olur. hz. ali (r.a), veda haccında rasulullah (s.a.v) ile beraber bulunmak için mekkeye hareket emri verir. taife vardıklarında, yerine bureydetül-eslemiyi vekil tayin eder ve kendisi ordusundan önce mekkeye vasıl olarak hz. peygamber ile buluşur. bir süre sonra mek-keye giren ordusunda, kendisinin beytülmal için ayırmış olduğu elbiselerin dağıtılıp giyilmiş olduğunu görür ve vekiliyle şiddetli tartışmaları olur. hz. peygamber bu tartışmada
hz. ali (r.a)nin tarafını tutar.
derken veda haccı son bulur. her kabile kendi beldesine müteveccihen mekkeden ayrılır. hz. peygamber (s.a.v) de, beraberinde medineliler (ansar) ve o yöredeki bedevi müslümanlarla beraber medineye doğru yola çıkar. bu esnada muhtemelen- hz. ali (r.a) ile bazı kişiler arasında, önceki tartışmalar sürmektedir ve onun aleyhinde büyük boyutlara ulaşmıştır. (tarihçi ve hadisçiler bunu zikretmezler). gadiri hum mevkiine vardıklarında resulullah (s.a.v), hz. ali (r.a) aleyhine haksız olarak oluşan nefret ve düşmanlığa son vermek ister. orada müslümanlara irad ettiği kısa hutbesinde: kendisini dost edinen kimselerden, hz ali (r.a)yi de dost bilmeleri gerektiğini ve ona düşmanlık beslemekten vazgeçmelerini ihtar eder. olay yatışır ve medineye doğru devam edilir. (3)
tahliller:
şiilerin iddialarındaki sapmalar açıktır. ve hz. ali (r.a) nin, resulullah (s.a.v) den sonra nassla tayin edilmiş tek varis ve halife olduğu inancını temel almaktadır. bu inanç, ilk üç halifeyi gaasıb durumuna düşürdüğü gibi, resulullah (s.a.v) in vefatı üzerine, medinedeki bütün müslümanların hz. ebubekiri halife seçmekle, üç ay önce gadir-i humda dinledikleri peygamberin vasiyetine ihanet etmiş oldukları iddiasına da temel teşkil etmektedir.
oysa ki ahmed b. hanbelin müsnedinden, men kuntu mevlahu fesliyyun mevlahu: ben kimin dostu isem, ali de onun dostu olmalıdır cümlesinden başka ilavelerde yer-yer şüphe edildiğini çıkarabiliriz. (4)
geriye bir sual kalmaktadır: neden ilk tarihçiler olayı anmadan geçmişlerdir? neden ahmed b. hanbel olayı yazmakta beis görmemiştir?
bunu cevaplamak için ilk tarih kitaplarının telif edildikleri ortamı düşünmek zorundayız. bize ulaşan en eski siret ve tarih kitaplarının abbasiler döneminde yazıldıklarını biliyoruz. iktidarlarını pekiştirdikten sonra abbasilerin de, -halefleri emeviler kadar olmasa bile ali taraftarlarına (yani şiilere) düşmanca bir tavırlar içinde oldukları bir gerçektir. böyle bir politik ortamda, iktidarın desteği ve müsamahasına muhtaç bir tarihçi için, muhalefetin koz olarak kullanabileceği muhtemel bir olayı zikretmeden geçmek, daha ihtiyatlı bir davranış olarak benimsenmiş olmalıdır. nitekim i̇bni hişam (ö: 218), siresinde yazdığı önsözde, anılmasıyla bazı kişilerin rahatsız olacağı olayları kitabına almadığını itiraf etmiştir. (5) meşhur abbasi tarihçisi vakidi , abbasilerin hoşlanmayacağı endişesiyle, bedir esirleri arasında hz. abbasın ismini saymamıştır.
ahmed b. hanbele gelince biliyoruz ki ahmed b. hanbel, abbasi iktidarlarından (özellikle memun ve mutasım devrinde), meşhur kuranın yaratılmışlığı imtihanında zulüm görmüş ve iktidarla hiçbir menfaat bağı olmayan cesur bir insandır. doğruluğuna inandığı bir haberi, iktidarın hoşnudluğunu düşünmeden yazmış olmalıdır.
tenkitler:
şii iddiasındaki tutarsızlık ve zaaf yeteri kadar açık olmakla beraber bazı hususları hatırlatmakta fayda umuyoruz:
a. şiilerin gadir-i hum hutbesi ile hz. ali (r.a) için iddia ettikleri nassla tayin edilmiş olma iddiasına, yine şiilerce hz. aliye nispet edilen meşhur nehcul belaga isimli eserde rastlamıyoruz. orada hz. aliye izafe edilen şışıkkıyye hutbesi nde, ona üç defa hakkı olan hilafetten mahrum edildiği ifade ettirilmekle beraber, gadiri hum olayından ve resulullahın vasiyyet ve tayininden bahis yoktur. bu da gadir-i hum olayının hz. ali tarafından, şiilerin iddia ettikleri manada yorumlanmadığını göstermektedir.
b. şiilerin, olay esnasında nazil olduğunu iddia ettikleri ayetin (maide 67): surenin bütünü ve nüzül sebeplerini dikkate alınırsa, yahudilerin henüz medinede problem oldukları bir döneme, muhtemelen bedr ile uhud arasındaki bir devreye aid olduğu anlaşılmaktadır. nitekim ayetin siyak ve sibakı ehl-i kitabdan bahsetmektedir.
c. hz. peygamber (s.a.v) in kendisinden sonra kimin halife olması gerektiğini ilan etmesi niyeti olsaydı, bunun için en makul zaman ve yer, herhalde avdet zamanı ve gadir-i hum değil, hacc zamanı ve arafat olmalıydı. zira orada resulullah, necdli, yemenli-bahreynli-hicazlı bütün müslümanlara hitap ediyordu. hilafet gibi önemli bir meseleyi ilgilendiren bir vasiyetin bütün müslümanlara duyurulması daha mantıklı olurdu. oysa medine yolunda, çevresinde, sadece o güzergahta seyahat eden insanlar vardı.
sonuç olarak diyebiliriz ki, hz. ali (r.a) yi sevmek ve bir çok olaylarda onun haklılığını teslim etmek, tarihi olayları değiştirmemize hak kazandırmaz. tarihi olayları aynen aktarmadıkça onlardan faydalanmamıza, ibret almamıza imkan bulama