benden mithat kırmızı'nın, seks videosunu çekmem istenmişti. mithat'ın, evine gittim. kapısını çaldım. açtı. "buyrun hanımefendi" dedi. kendisine komşusu olduğumu, anahtarımın kaybettiğim için dışarıda kaldığımı, en çekici halimle söyledim. beni içeri aldı. salona geçtik. oturduk. mithat:
_ sizi daha önce hiç görmedim hanımefendi.
ben: ama ben sizi hep görüyorum.
mithat: (gülerek) sizi görseydim kesinlikle unutmazdım.
ben: isminiz?
mithat: mithat. sizin?
ben: idil.
mithat: hayatımda duyduğum en güzel isim bu.
paltomu çıkardım, ona verdim. "kahven var mı?" diye sordum.
mithat: yok.
ben: çay?
mithat: kahve ve çayı, vücuttan fazla sıvı attığı için kullanmıyorum. su azalınca vücudun direnci, dolayısıyla insanın gücü azalır.
ben: peki, içki? bir kadeh içkinde mi yok?
mithat: içki sağlığa zararlıdır.
ben: (gülerek) çok sıkıcısın.
mithat: istersen portakal suyu getirebilirim.
ben: yüz yaşından önce ölmeye niyetin yok anlaşılan.
mithat: dünya'ya bir kez geliyoruz.
ben: (yanına yaklaşıp onu öperek) tadını çıkar o zaman.
mithat: tadını çıkaralım o zaman.
bana öperek karşılık verdikten sonra "gece uzun bebeğim..." diyerek, portakal suyunu getirmek için mutfağa yöneldi. mithat, mutfağa girdiği gibi kameralı çantamı konulabilecek en yüksek ve en müsait yere koydum. saçımdaki tokamı dikleştirerek, düzelttim. soyunarak iç çamaşırlarımla, en baştan çıkarıcı halimle koltuğa uzandım. bekliyordum. önceki işlerimle karşılaştırınca, bu işi daha çok istediğimi anlamıştım. bu da beni heyecanlandırıyordu. çünkü; biliyordum ki şimdi mutfakta bana portakal suyu hazırlayan kişi, önceki avlarım gibi yaşlı ve ya göbekli değildi. sigara ve alkol kullanmamasıyla, gövdesindeki kaslardan görülen atletik yapısı, hiç yorulmayacağı ve yüksek performans göstereceğinin kanıtıydı. mithat'ın dediği gibi: tadını çıkaralım o zaman.
2 dakika... 5 dakika... derken... 10 dakika... portakal suyu, koymak için yeterince uzun bir zaman. o sırada telefonum çaldı. açtım:
_alo. siz kimsiniz?
mithat: (sinir bozucu kahkahalar atarak) hahahahaha...
ben: numara mı nereden biliyorsun?
mithat: (sinir bozucu kahkahlarını arttırarak) hahahahaha...
ben: tabi. paltomu sana verdiğinde öğrendin.
mithat: sen onu boşver, uzandığın koltuktaki yastığın altına bak.
dediğini yaptım. yastığın altında, iki tane kağıt vardı. birinci kağıtta;
"bana seks tuzağı kurmuşsunuz. ama umurumda değil.
çantan kamera düzeneği bulunan bir özelliğe sahip, eminim onu uygun bir yere yerleştirmişsindir. ama umurumda değil.
daha seni ilk gördüğümde, tokandaki kamerayı farkettim. ama umurumda değil.
kimin için çalışıyorsun, kimin ajanısın biliyorum. ama umurumda değil.
günlerdir beni takip ettiğinin farkındayım. canım seni çok çekiyor. ama umurumda değil.
çünkü; ben..." yazıyordu.
ikinci kağıtta; ... yazıyordu.
ikinci kağıtta yazılanları okumamala, çantamın içinden silahımı çıkarmam bir oldu. ikinci kağıtta; gerçek ismim, gerçek soy ismim, gerçek memleketim ve gerçek hikayem yazıyordu. mutfağa girdim. mithat sandalyeden:
_ mutfağıma hoş geldin, idil. yoksa claudia mı demeliydim?
silahımı mithat'a doğrulttum:
_ öleceksin!
mithat: bu iç çamaşırlı halinle... kırmızı südyenli ve kırmızı tangalı halinle beni öldürmen hoşuma gider, claudia. gerçekten küçük sarışın kız claudia'nın hikayesi çok dramatik.
ben: yeter!
mithat: küçük sarışın claudia... büyümüş, ajan olmuş. ona istemediklerini yaşatanlardan, güçlenip intikam almak için. küçük sarışın christina, saçlarını siyaha boyatınca, esmer ajan idil olmuş. el ve ayak parmaklarındaki kırmızı ojeler... kırmızı südyen... kırmızı tanga... esmerliğinle çok uyumlu bir kombinasyon oluşturmuş doğrusu.
mithat'a yaklaştım. silahımı daha sıkı tutarak ona yönelttim. söyledikleri beni sinirden çıldırtıyordu. mithat'ın karşısındayken, hayatımda hatırlamak istemediğim ama unatamadığım yıllardan bu yana, ilk kez kendimi bu kadar güçsüz hissediyordum.
mithat: yapma claudia ve ya idil... her ne haltsan işte! bende bilöfünü yiyecek bir duruş görüyormusun? o silahın içerisinde mermi olsaydı bile beni vuramazdın.
bu cümlesinden sonra endişelenmiştim. kendinden çok emindi. cesur duruşumu kaybettim. bu anda gülümseyerek, tabancamın içinde olması gereken mermileri, diklemesine masanın üzerine dizdi. o anda bir, iki, üç, dört... defalarca tetiği çektim. boşunaydı. mithat, beni mat etmişti. silahımı attım. tüm bunların olması için çok iyi korunması gerekirdi. ya da çok iyilerle çalışması gerekirdi. ya da kendisi de ajandı ya da casusdu. neydi bu allah'ın cezası; mithat kırmızı'nın hilesi?
mithat: otururmusun?
sandelyeyi gösteriyordu. oturdum. önümdeki masada, bir bardak portakal suyu vardı. portakal suyunu güvenilir bulmadığımı anlayıp içmediğimi görünce, iki yudum alarak:
_ içebilirsin. içinde birşey yok, dedi.
portakal suyunu içtim. beni gözlerini ayırmadan izliyordu. ne yapacağını kestiremiyordum. kadınlığımı kullanarak, onu etkim altına almaya karar vermiştim.
ben: şimdi ne yapacağız, söyle bakalım.
mithat: bu soruyu ben sormalıyım; söyle bakalım şimdi ne yapacağız?
sağ elimle südyenimin sol askısını... sol elimle südyenimin sağ askısını... omuzlarımdan biraz indirdim. kıpkırmızı olan dudaklarımı ısırarak:
_ sen ne istersen dedim.
güldü. mithat:
_ artık benim için çalışacaksın. benim ajanım olacaksın.
son cümlesinin ardından tüm gücümle, masayı mithat'ın göğüs kafesine doğru itledim. canını yaktığımı hissetmiştim. ama çabuk toparladı. karşımda durdu, bağırarak:
_benim için çalışacaksın! benim ajanım olacaksın! artık benim için bilgi toplayacaksın!
mithat'a, bir yumruk attım savuşturdu. ikinci yumruğumu attım savuşturdu. üçüncüsünü de... dördüncüsünü de... ona dokunamıyordum bile, yorulmuştum. kaç tane yumruk çıkarttığımın sayısını bilmiyordum. onlarca boşa giden yumruk... yorulmuştum. gerçekten çok yorulmuştum. nefes nefese kalmıştım. o gece nefes nefese kalacağım kesindi. ama bu şekilde değil. hızlı hızlı soluk alıp verirken... omuzlarıma kadar indirdiğim südyenimin, artık yerinde olmadığını yeni farkediyordum.
boşa yumruk sallarken, hem enerjimi hem südyenimi kaybetmiştim. ellerim diz kapaklarımın üzerinde, çökmüştüm. nefes nefese, soluk alıp vermeye devam ediyordum. mithat, südyenimi elinde tutarak koklayıp, sırıtırken:
_idil! claudia! ne haltsan işte! bunlar cennet gibi kokuyor, dedi.
çok sinirlenmiştim. kalan bütün gücümü toplayarak, mithat'a doğru koşup tekmemi salladım. çekilmişti. yine hamlemi savuşturmuştu. yine ona dokunamamıştım. boşa giden tekmem sonrasında, ayağım duvara çarpmıştı. acıdan, bağırıyordum. sadece bir sefer, ayağımın üzerine basmayı deneyebildim. canım çok acıyordu. mithat, bütün sakinliğiyle yanıma eğildi. ayak bileğimi tuttu:
_kırık yok. canın acıyacak. sadece burkulmuş. 2-3 gün yere basamazsın. yine de hastaneye gidip, röntgen çektirelim.
yanıma eğilip benimle ilgilenirken, önceki sinir bozucu sırıtmalarından farklı olarak, yüzünde hoşuma giden bir tebessüm vardı. bu tebessümünün hoşuma giitiğini anlayınca, elinde bulunan burkulmuş ayak bileğimi gülümseyerek öptü. "ayağımı öperek mi iyileştireceksin?" diye sorduğumda... "hayır, buz koyarak." dedi ve beni kucağına alarak, mutfaktan salondaki koltuğa taşıdı. kaybetmiştim. beni kucaklayınca, bunu daha açık olarak anlıyordum.
çok hareket etmiştim. çok yorulmuştum. kendimi sakatlamıştım. benim için bunlardan daha baskın olanı; yenilmiştim! bu adam her neyse çok iyiydi. çok güçlüydü. mithat:
_ canın bir süre acımaya devam edecek. hastaneye gittiğimizde, sana verilen ilaçların işe yaraması için tok olman gerek. onca çırpınışından sonra, vücudundaki minerallerin, vitaminlerin ve suyun normal değerlere gelebilmesi için birşeyler atıştırmalısın.
eline bir havlu aldı. yüzümdeki, göğüslerimdeki, kollarımdaki ve bacaklarımdaki terleri sildi. ardından kırmızı südyenimi, kırmızı gömleğimi ve beyaz kumaş pantalonumu giydirdi. beni şöminenin önündeki, sandalyeye oturttu. salondaki koltuklara ait olan dört tane yastığı, üst üste koyarak burkulan ayağımı onların üzerinde sabitledi. 3 tane odunla ateşi besleyerek, burkulan ayağımı şömineye biraz daha yaklaştırdı. askıdan paltomu alıp, omuzlarıma koydu. mithat:
_şimdi mutfağa gidiyorum. sen de burada uslu uslu otururken, dolan gözlerindeki yaşları azad edeceksin. artık doğru taraftasın. çünkü; artık benim için çalışacaksın. çünkü; artık benim ajanımsın.
mithat, mutfağa girdiğinde ağlıyordum. yıllardır yenilmemiştim. yıllardır istediğimi yapamadığım olmuyordu. yıllardır kendimi bu kadar güçsüz hissettiğim olmamıştı. mithat, elinde bir tepsiyle mutfaktan çıkıp, yanıma geliyordu. tepside bir bardak su, bir bardak portakal suyu, iki tane muz ve bolca çikolata vardı. elinde ise bir torbanın içine yerleştirilmiş buzlar...
küçük bir masayı, sandalyeme yaklaştırarak tepsiyi önüme koydu. ben getirdiklerini yerken, ayak bileğimde buz torbasını bastırarak gezdiriyordu. şiddetli bastıracağı sırada, canımın acıyacağı yönünde beni uyarıyordu. tepsidekilerin bitmesine yakın, külotlu çorabımla, buz torbasını ayak bileğime bağladı. bir odaya girdi. kendi çoraplarından birini getirerek, sağlam olan ayağıma giydirdi. mithat:
_ hastaneye gidiyoruz.
ben: hayır!
lambaları söndürdü. ceketini giydi. beni tekrar kucakladı. hastaneye gitmek için mithat'ın, kırmızı ferrasi'ne ilerliyorduk. mithat:
_çalışanlarımın sağlılığını düşünmek zorundayım, claudia.
ben: senin ajanın olmayacağım!
mithat: yapma claudia! başka çaren mi var? bunu sen de biliyorsun.
ben: senin ajanın olursam, beni öldürürler.
mithat: asıl benim ajanım olmazsan seni öldürürler. sizinkiler, seni yem olarak kullandı. seni deşifre ettiğimi öğrenince, seni öldürmem için bana yolladılar. bunu da sana "git mithat'ın seks kasedini çek!" emrini vererek yapmak istediler.
ben: peki sen beni niye öldürmedin?
mithat: ah küçük sarışın claudia! sen, zaten bu sorunun cevabını öğrendiğinde ajanlıktan, casusluğa terfi edeceksin.
benim, mithat kırmızı'nın ajanı olmam böyle gerçekleşmişti. o günden beri, mithat kırmızı için çalışıyorum.