paylaşılması gereken birkaç itiraf ruhuma saklanmış sözlük,
anlamak kolay olmadı aslında. itiraf sonuçta paylaşman gereken şeyi paylaşamadıktan sonra onun adı itiraf olmaz ki.
derine inme basit bi' mantık sözlük ama ben bunu geç anladım oldukça geç. imkanı yok bu zamanın bana aşık olduğum kadını unutturacak.
her güne onun olmayan bedenini hayatımın merkezine koyarak başladım. her akşam, adına tanımadığım sokakların farklı zehirlerini koyarak bi kopyam yarattım, hep farklıydım ben bu işin sonunda be sözlük, hep yabancı, hep korkak...
mesela şimdi; hatırlamıyorum hiçbir şey, zorlamıyorum düşünmem gerekir diye. keyfini çıkarıyorum sözlük, ama her gün aceleci bi' görünümle geçiyor. yazı yazma kimliğim tamamen değişmiş sözlük mesela. aslında... siktir etsek bu kültürel tutumu da özümüze dönsek.
klozetin tam ortasına işeyip şarıl şarıl ses çıkarıyorum. öyle ses çıkmasın diye hafif kenara işeyip çişin sürtünme kat sayısını azaltmak gibi bi' derdim de yok!
sonra görmediğim rüyaları hatırlamaya çalışıyorum ve buluyorum sözlük.
müzik damarlarımın içinden dışarı basınç uyguluyor bu sefer. kimlik değişiyor. adın, soyadın, yaşın, cinsiyetin herşeyin değişiyor. sonra müziği kısıyorsun kendi kendinle konuştuklarını duyabilmek için. cevap hep aynı sendrom; hayır, olmadı, inşallah.
bi' eve giriliyor sözlük, altı duvar arasında yaşayan insanlara giriliyor sonra. kim kime dumduma, kimin eli kimin cebinde, kervan ters dönünce topal eşşek baş olurmuş. doğru söz öbekleri final cümlesinde korkutuyor beni sözlük. o gün ki intihar hakkını kullanmamış bütün canlılar nefretini üflüyorlar. biri geliyor; alıyor, konuşuyor yine geri veriyor.
çok sesli odalardan insanlar çıkıyor. bakıyorlar, gülüyorlar, önemsiyorlar ve hala terliyorlar.
herkes kaybolunca birden bi konuşma yapıyor baş kahraman; 'hey asil ruh!
kullanamadım bana verilen bağlaç haklarını. kısa noktalar. kısa kabarcık. prematüre bebek... '
çok uzun bi konuşma olmasına karşın içindeki kısalara takılıyorsun sonra. tabi ya demek geçiyor içinden, formatı siktir edip keyfince kusuyorsun, rahatlıyorsun, hala orada mısın?
kalabalıklaşıyor çevren. o kadar kalabalık ki, dönüş açısı yine sen olan bi' dünya. tutamıyorsun kendini şehire karşı bakarken. yargılamaya başlıyorsun tüm insanları, bi' venn şeması çizip üçe ayırıyorsun hayatı. daima gülenler, daima ağlayanlar, daima sevişenler.
gülerek ya da ağlayarak sevişirken, kandırdığını zannediyorsun hayatı. susuyorsun, misafir gidiyorsun aynı yerlere farklı zehirle. kolonya döküyorlar ellerine, birde şeker var tabi.
bi venn şeması üzerine kurulu yarattığın o dünyadan vazgeçiyorsun.
müsait bi' yerde diyerek indiğin tramvayda uyanıyorsun. şimdi içeride misin yoksa dışarıda mı?
uyumak iyi gelecek derken kıvranıyorsun sözlük, acı çekiyorsun. zamandan soyutlanmış görmediğim yerlerin tanrıları, çaba göstermeden kullanıyor hayatı. anlıyorlar, kandırıyorlar ve öldürüyorlar.
uyku zamanına verilen değer tabi ki paha biçilemez. henüz uyuklamaya başladın ama ayakta durmak zor.
televizyonu açıp,sesini kıstıktan sonra alttan sevdiğin listeyi çalmayı başlıyorsun, ve ruhun huzura bulaşıyor.
başa dönüyorsun sonra, içten dışa basıncını hatırlıyorsun. hiçbir şey olmamıştı, oradaki ezgiye takılıp düşmüş ve düşünmüştü.
oyun muydu, hayal mi? kendini görmeye başladığı yerde yoruldu. görüntüyle müziği birbirine bağladığı aralıktaydı.
küçük bi' oda da olsa, şimdi buranın tanrısıydı. uyuyakalmıştı o. o uyuyakalmıştı. tam kapandı derken, spotlar yandı. bu görülmeyen aydınlık bi' başlangıçtı sözlük. konuşulması gerek! diye elini omuzuna attı. tam da şimdi yaşayan bi' meşguliyetti varlığı.
oysa uyuyakalmıştı. uyuyakalmıştı o.