Irak'a malzeme götüren bir şirketin kamyon şoförü olan Paul Conroy gözlerini açtığında kendini bir tabutun içinde, gömülmüş vaziyette bulur. Tüm sahip oldukları ise bir cep telefonu, çakmak çakı, el feneri, glow stick (kırıldığında ışık yayan çubuk) ve kalemdir. Telefonla kendisine ulaşan ses ise 3 saat içerisinde 5 milyon dolar bulmasını ister. Aksi takdirde kendisi toprak altında ölecek, ailesi ise savunmasız bir hedef olacaktır. Tüm film boyunca Paul'ün tabutunu gözlemek yerine adeta aynı durumda kısılıp kalmış gibi hissediyorsunuz. Yer yer kızmıyor da değilsiniz, "neden orayı aradın" "neden böyle davrandın" diye kendi kendinize söylenmeniz tükenen oksijen, zaman ve batarya sizin de aleyhinize işliyormuş gibi hissetmenizden başka bir şey değil. Bir yandan da sürekli o bildik "imajını kurtarmaya bakan süper güç hükümeti" kurgusuna güvenip güvenmemek ile teröristin talepleri ve akıl vermeleri arasında ikilemde kalıyor Paul. Tabi çalıştığı şirketin de ufak düzenbazlığı durumunu daha da zorlaştırıyor. 1 buçuk saati biraz aşan süre boyunca nefessizlik ve hayatınızı etkileyen insanoğlunun vardığı kokuşmuşluk gerginliğinizi artırırken tabutun içindeki Paul gibi sinirden tepinebilmeyi istiyorsunuz.