ulusların kaderlerini tayin hakkı

entry32 galeri
    13.
  1. son zamanlarda çokça tartışılan, sosyalistlerin koşulsuz şartsız pkk yı desteklemesi yönünde yorumlanabilen, lenin' in marksist ideolojiye kattığı en önemli çalışmalardan biri olan doktrin. ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı (ukkth), ulusların yaşadıkları toprak parçası üzerinde, doğrudan kendi siyasal-ekonomik yönetimlerini kurmasını ve bu yönetim doğrultusunda kendi egemenliklerine sahip olması gerektiğini savunur. peki ukkth, yeni sömürgecilik döneminde, alt emperyalist güç konumunda ve emperyalizmin uç karakolu durumdaki yarı sömürge bir ülkede nasıl okunmalıdır? teori olduğu gibi pratiğe uygun mudur yoksa onu marksist diyalektiğe göre, şartların durumuna göre bir kez daha yorumlamak gerekir mi?

    diyalektik marksizmin olmazsa olmaz kuralıdır. marksizme göre teori, bulunduğu dönem koşulları için geçerlidir. her yeni durum yeni bir teori gerektirir. somut şartların tahlili somut olarak yapılamazsa anakronizme düşmek kaçınılmaz olur. bu yüzden ukkth' yi yorumlarken günün konjonktürü asla göz ardı edilmemesi gereken bir olgudur. eğer burası kaçırılırsa, sorun gün geçtikçe çözülmesi zor bir düğüm olur çıkar.

    öncelikle ve kesinlikle şunu belirtmek gerekir; türkiye de ukkth' yi savunmak demek koşulsuz şartsız pkk' ye desteklemek demek değildir. ama pkk' yı desteklememek de kürt ulusunun kendi kaderini tayin etmesine karşı olmak değildir. pkk' ya destek vermemek, her ne kadar pkk muhalif kürt kitlesinin çoğunluğunun bir hareketi olmuşsa da, pkk' nın siyasetini, teori-politikasını ve bunlara bağlı olarak eylem perspektifini onaylamamaktan kaynaklanmaktadır.

    ukkth, adı üzerinde bir haktır. ama burda bir hatırlatma yapmak gerekir ki, bu marksist ideolojinin toplumlara tanıdığı bir haktır. yani, ukkth' yi asla ve asla sınıf mücadelesinden, sınıf siyasetinden ayrı ele alamazsınız. "katil t.c" diyerek, olayı sadece etnik çatışma zeminine indirgeyerek, tusiadla-müsiadla pazarlıklar yaparak, orta doğudan çıkan uyuşturucunun anadolu daki güvenliğini sağlayarak, abd nin tüm politikalarına paralel hareket edip, anti-emperyalist zeminde hiçbir sosyalist sol partiyle buluşamayarak marksist olamazsınız. hem marksist olamamayıp hem de marksist ideolojiden kafanıza göre yararlanıp, işinize gelen kavramı araklayamazsınız. marksizm bir bütündür ve asla, etnik kimlik siyasetini sınıf siyasetinin önüne koyarak, asli mücadele unsuru haline getirmez. marksizm etnik çatışmaların kökenini, sınıf mücadelesi temeline oturtan ve sömürge ulusların kazanacağı bağımsızlığı da, emperyalizme cephe alınmadığı ve kapitalist sisteme eklemlenildiği sürece yerinde saymak olarak gören devrimci/komünist bir siyasi akımdır. marksizm bu bağlamda bölücü değil yıkıcı bir ideolojidir (bu bağlamda!). yani ukkth' yi marksizmin temeline, marksizmin anti-emperyalist ve anti-kapitalist duruşunun önüne koymak tarihi bir hatadır.

    iyi hoş da, kürtler sömürge değil midir denilebilir? bu sorunun cevabına "hayır" demek salaklık olur herhalde. ama sosyalist solun ve kürt hareketine eklemlenmiş bazı sosyalist partilerin (kürt ulusal hareketi sosyalist değildir) ayrıldığı nokta, kürtlerin bir sömürge ulus olduğu noktası değil de, kürtleri kimin sömürdüğü noktasında yaşanmaktadır. bu ayrım türkiye' de kürt sorununa bakışın temel ögesi ve belirleyicisidir. zira sosyalist siyasette, materyalizmin gereğince, bir sorunu çözmek demek, o soruna sebep olan nüveleri bulabilmek ve o öze doğru eleştiriler yöneltebilmektir. devrimci pratik de zaten bu teorinin doğrultusunda şekillenir. eylem hatalıysa sorun teoridedir.

    pkk ve kürt siyasetine eklemlenen bazı sosyalist partiler (eklemlenmeyen sosyalist partiler de vardır tabi; ödp, emep, tkp, halkevleri), kürt ulusunu sömüren gücün doğrudan türk burjuvazisi, yani dolayısıyla türkiye devleti olduğunu savunmaktadırlar. bu sebeple türkiye devleti, direkt halkıyla olmasa da, askeriyle, polisiyle, jandarmasıyla, mit' yle ve diğer kolluk kuvvetleriyle kürt ulusal hareketinin tek düşmanıdır. burdaki tek kelimesi önemlidir. çünkü bu "tek" kelimesi, emperyalizme karşı duruşun kaybolduğu ve salt emperyalist hegemonyanın maşası olan bir devleti düşman olarak kabul etme noktasıdır. bu hatalı bir görüştür demiyorum, sadece ve sadece bu görüşü savunmak hatalıdır. bu tezi kabul edenlere göre tek düşman olarak görülen tc, bağımsız kürdistan' ın önündeki en büyük engeldir.

    sormak gerekir, sorunu dünya üzerinde hüküm süren emperyalist diktatörlüğün bir uzantısı olarak algılamayan bir siyaset, kendi müstakbel bağımsızlığını hangi düşünce temeli üzerinden kuracak ve baki kalmasını sağlayacaktır? bağımsız kürdistan tc ye karşı bir zafer elde ederek yarın kurulsa, nato' ya katılmayacağının, ab ye girmeye çalışmayacağının, abd üstlerini topraklarında kurdurmayacağına dair garanti verebilir mi? işçisinini kendi ulusal burjuvazisince sömürülmeyeceğine dair söz verebilir mi? 30 yıldır kürt hareketinin peşinde koştuğu şey, bu muammaları netliğe kavuşturabilir mi?

    peki "türkiye garantisini verebiliyor mu da kürdistan versin" diye sorulabilir? işte burda duralım bir. mesele de bu zaten. türkiye, kürt hareketinin ve kürt hareketine eklemlenmiş bazı sosyalist partilerin sandığı gibi, kürt coğrafyasını doğrudan ve kendi çıkarları doğrultusunda tahakkümü altına alan emperyalist bir devlet değildir. türkiye, yeni sömürgecilik döneminin (pkk' nın kabul etmediği yeni sömürgecilik dönemidir) tabiatı gereği, halkının büyük çoğunluğu, siyasal yönetimi, ekonomisi, ordusu, basın-medyası, doğal kaynakları, toplumsal kültürü ile emperyalizme teslim olmuş bir alt emperyalist, çoğunluğu türk ve bunun yanı sıra kürt, ermeni, yahudi işbirlikçi yerli burjuvaların kontrolünde olan, yarı feodal, yarı kapitalist bir sömürge devletidir. eğer kürt ulusal hareketi, tüm bu nosyonlardan, ilişkilerden kopuk olarak hareket edebiliyor ve emperyalist halkanın bir parçası olarak yaşamayı reddederek silahlı mücadeleye girişiyorsa eyvallah. ama girişilen mücadele, kürt toprak ağaları, batıda hakim kürt burjuvazisi ile kolkola girişilen ve kürt aydınlarını, yazarlarını, sanatçılarını, bilim adamlarını bu işin en kıyısına köşesine atan bir mücadeledir. bu mücadele, kürt halkının şimdiki durumundan farklı bir yaşam alanı yaratmaya uygun ortam sağlayacak dinamiklere ve özgüce sahip değildir.

    burjuvanın olduğu yerde sömürü vardır, baskı vardır, zulüm vardır. kazanılacak olan kültürel haklar, türkiye sınıf mücadelesi ekseninde kazanılabilecek haklardır. kültürel hakları için (başta hedef bu değildi, pkk hedef küçülttü) silahlı mücadeleye dahi gerek yoktur. çünkü bu bir burjuva problemidir ve özellikle 2000 yılların türkiyesi' nde burjuva reformlarıyla dahi çözülebilecek bir sorundur.

    kürtler, pkk siyaseti ile küçük düşünmekte ve mücadelerini salt burjuvanın tanıyacağı kültürel imtiyazlar temeline oturtarak hedeflerini törpülemektedirler. gerçek kurtuluş, burjuvanın kürt ulusuna sağlayacağı kültürel imtiyazda değil, türkiye işçi sınıfının tüm değerleriyle, dinamikleriyle girşeceği bir sınıf mücadelesindedir.

    burjuvayı ve dolayısıyla da kapitalist sistemi doğrudan düşman olarak görmeyen hiçbir ideoloji bağımsızlığın ne demek olduğunu tanımayamaz, bunu açıklayamaz.

    türkiye de siyaset, daha doğurusu etnik siyaset, sınıf mücadelesinin ana klavuzu olan marksizmden araklanan kavramlarla yalpalayarak ilerlemektedir. bu hem sorunu yanlış okumaya sebep olmakta hem de bu vesileyle çözümü geciktirmekten başka hiçbir şeye fayda sağlamamaktadır. marksizm bir bütündür, hiçbir parçası ideolojik zeminde, ekonomik/demokratik çıkara göre tırnaklanıp bütünden koparılamaz.

    edit: imla
    2 ...