çoğunluk

entry70 galeri
    18.
  1. yeni sinemacılar dalgasından seren yüce 'nin 2010'da fazlaca ses getiren hatta bu sesi 2011'de de devam ettirecek olan gerçekçi ve başarılı filmi. şu yeni sinemacılar derken nuri bilge ceylan , semih kaplanoğlu , zeki demirkubuz , yeşim ustaoğlu , derviş zaim , reha erdem gibi 95 sonrası sinemamızdaki gelişmeye ivme katan yönetmenlerin izinden giden özcan alper , seren yüce , aslı özge , mahmut fazıl coşkun , özgür doğan - orhan eskiköy , hüseyin karabey , pelin esmer ve ilksen başarır gibi yönetmenlerin çoğu ilk filmlerin de başarılı yapımlar ortaya koyuverince önceki saydığım isimlerle etkileşim halinde yeni bir dalga sinema akımıyla karşı karşıya kaldık. genelde çok gişe beklentisi olmayan böylece ticari filmden uzak bir dalga bu. fakat başta türkiye'de olmak üzere dışarıda da ilgilenen sinemasever ciddi bir kitlenin bu kendi halinde ve toplumsal realiteden köklerini alan yapıtlara kayıtsız kalmadığını betimleyeyim.

    filme gelirsek, öncelikle izlenmeyi köküne kadar hak ettiği kanısındayım. özcan alper'in ilk uzun metrajlı başyapıtı sayılabilecek sonbahar 'dan sonra yakın zamanda izlediğim en olmuş filmlerden birisi çoğunluk! film ataerkil toplum yapısı ve burjuva sayılabilecek ailenin yozlaşması babında ilerliyor. bu ailenin dışarıya verdiği toplumsal refleks çoğunluğa uygun şekilde devam ediyor. bir toplumsal çoğunluğun resmi dışarıya duygusal mana da kapalı olduğu gibi milliyetçi ve ötekileştirmeye dayalı bir kronik rahatsızlıktan besleniyor.

    baba, sorunlarını maddi gücüyle çözerken oğlunun tanıştığı kıza karşı etnik köken ayrımına dayanarak önyargı içerisinde davranış takınıyor. mertkan'dan acil tarafından bir ayrılık istiyor. mertkan film boyu babasının izinden giderek benzer davranış şekilleri sunuyor. babayı ve gücü model alma var yoğun tarafından. anne evde duygularına ket vurmayan tek birey. evdeki iletişimsizlikten yorulmasına rağmen annelik görevini aksatmadan yapmakta. fakat başta kocasından sonra da oğlundan gösterdiği ilginin yarısını dahi alamıyor. uzun geceler bitmiyor. mutfakta ağlanıyor, yemekte klasik serzeniş ve sitemler birbirine karışıyor. babanın etnik milliyetçiliği hatta konulara önyargı ekseninde müdahil olması sadece salt bir milli duygudan bağımsız (vatan-millet- sakarya mevzusu) ötekileştirme hastalığı, türkiye'nin doğusundaki terör olaylarına binaen hassaslaşma, (asker koruyuculuk) ve daha da mühimi kesinlikle burjuvanın paranın getirdiği rahatlıktan her istediğimi yaparım yozlaşmasına denk düşmekte. hepsi var ama ağır olarak bir yozlaşma var. parasal materyal, duygusal yoğunluğu ve insan olma erdemini silip süpürmüş. tabi bunlar olurken baba rolündeki vavien'de de izlediğimiz settar tanrıöğen 'in başarılı oyunculuğuna ayrıyetten değinmek gerek. hakikaten iyi iş çıkarmış. malum arkadaşı necip, bol bol askerliğe gitmeyi öngörücü hükümleriyle babayla adeta göt tokuşturmakta.

    mertkan'ın basit hayatı geniş açıdan aileden soyutlanamasa da filmin ilk karesinde mertkan'ın küçüklüğünde de evdeki hizmetçiye tekme atışını görmemizle eksen biraz kayıyor ister istemez. sanki bu davranış benzerliği/ model alma paradoksu filmle beraber ilerleme sürecine dahil olmamışta mertkan en baştan zaten sorunluymuşa geldi filmin ilk karesiyle beraber. burda duygusal eksiklikte küçük yaşlardan itibaren bir oluşuma vurgu var belki de. ilk tanışmada gül'ün mertkan'a onu çok yakışıklı bulduğunu söylemesi mertkan'ın o zamana kadar pek beğenilmemiş olduğunu içsel dünyasında yaşamasıyla daha da anlam kazanıyor. gül'e eğilim bu ruhsal olarak beğenilmenin verdiği tepkiden doğduğu aşikar. fakat kati olarak bir yoğun sevgi durumundan gene de bahsedemiyoruz. gül için durum biraz daha farklı. çünkü, gül van'dan kopup gelmiş sosyoloji'de okuyor, okuması için para kazanması icap ediyor. bunun için de çalışmaya çabalıyor. ve van'a tekrar dönmeye pekte niyeti yok. çalışarak okumaktan memnun. ve mertkan'a mertkan'ın olduğundan daha fazla abayı yakmış durumda. seren yüce, gül karakterini açımlarken çalışarak okumanın ötesinde felsefik yargılamadan ve kültürel düzeyden kaçınmış. sadece bir sahne de çalışıp çabalamasına binaen ev arkadaşı küçük kızın selpak satmasına çalışmak ifadesini keskince koyması kısmen de olsa yaşamın zorluğunun üztesinden gelmeye uğraştığını anlatıyor. fakat aynı gül, hayalini yakışıklı bir erkekle evlenivermek olarak aktararak bahsettiğim felsefik yapının uzağında kendine yer açıyor. gül'ün arabada beni bırakma derken sanki van'a zorla götürüleceğini biliyormuş edasında olması da ayrı alem tabi. mertkan'dan hayatına dair bir çıkış yolu arıyor.

    filmin asıl başarısı karakterler ekseninde toplumsal kutuplaşmamıza ve bu kutuplaşmamızın istemeden mağduru olanlara değinmesinde şüphesiz. ötekileştirme ve toplumu derinden kamplara ayırmayı kendine bir yaşam felsefesi olarak atfetme üzerinde asıl düşünülmesi gereken. çünkü mertkan'ın babasını model alması zaman gelimi çalışan ameleye selam vermemesi çerçevesinde arkasından kürtçe konuşulduğu için hor görmesine kadar uzanabiliyor. etki-tepki ve özeleştri mekanizması sağlıklı tutulamadıkça kamplaşmalar peşisıra oluşveriyor. birbirinden nefret eden kitlelerin tohumu elimizle atılıyor. önce karşıya korku veriliyor patron halet-i ruhiyesinde. sonra korkuluyor. baba etnik ayrımcılık dışında burjuvazi yozlaşmayla taksicinin beter olmuş arabasını dahi adam akıllı yaptırmıyor, yasak savıyor. bunlar bir şekilde mertkan tarafından içsel pişmanlık tohumlarının içeriyi ruhu kemirmesiyle adil davranmamanın verdiği karamsarlık olarak dışa vuruluyor. tabi model almayla robot oluverme hayata 2-0 yenik başlama aynı zamanda. bunun da altı koyu kalemle çizilmiş.

    baba, onu bunu haksız yere dövedursun araba kırıp döksün. emniyette iş bitirsin. gücü layıkıyla babadan oğula bıraksın. ne de olsa güç babadan oğula geçmekte sınır tanımıyor. aklıma filmin 50. dakikasında münir özkul 'lu aile filmlerimizden birisi geldi. seren yüce'ye bunu sormak isterdim. acep var mı bir esinlenme? orda da oktay babasını model alarak robotlaşıp hayata tutunmanın zorluğunu yaşıyordu. yıllar evvel ki sıcak bir film işte.

    sözün kısası, izleyin, izletin! türk sinemasının ufkunun genişlediğini tekrardan görün. böyle filmlere ihtiyacımız var. toplumsal realite izletiyor kendisini.
    edit: sevişme sahnesini bağımsız sinema ürünü olarak bir yerlerden anımsıyorum galiba. az biraz ananı'da havasında. apar topar.hemen akabinde tuvaletteki havlunun kirliliğine gittim. gözden kaçmıyor.
    edit 2: vapurdan doğayı çevreyi her yeri izlemek güzeldir!
    edit 3: hizmetçinin ölümünün sadece kadın için mana taşıması evdeki ruhsuzluk ve doygunluğu destekliyor. sadece, allah rahmet eylesin yani! o kadar. insan ayrımında son nokta bu kadar. üstelik kötü kokuyor, kırsal insanından çok şey beklenemez hatta çocuğuyla trajik bir şekilde ölse yıllarca emek verse bile.

    10 üzerinden 8!
    0 ...