kahramanlık yaparken kurtarılmak

entry1 galeri
    1.
  1. iki günlük istirahattan sonra, enerjiyle donanmış ilkokul çocukları gibi sek sek sekerek yürüyordum sokakta. bir de charles chaplin gibi zıplayarak topuklarımı birbirine vurduruyorum ki sorma. ocak ayıymış, hava soğukmuş, 1,89'dan 1,90 boyumla komik görünüyormuşum, umrumda değil.
    havanın kararmasıyla birlikte insanlar her zamanki aceleci tavırlarıyla bir an önce evlerine gitmenin peşindeler. yorgunluktan omuzları çökmüş, kaldırım taşlarını sayarak ilerleyen insanlar görüyorum. böyle insanları gördükçe omuzlarından tutup ileri geri sarsmak, ağzımla gargara yaptığım suyu suratlarına fışkırtmak istiyorum(soğuk havada hayli etkili olurdu), ne biliyim bir avuç leblebi çiğneyip çiğneyip suratlarına karşı yusssuffff!! diye bağırmak istiyorum, recep ivedik gibi "bu ne dingil hayat bu ne boktan yaşam tarzı" demek istiyorum onlara. ama aaahh!! işte... medeniyet.
    biraz ilerledikten sonra, aynı caddede genç bir kız gözüme ilişiyor. o da ne? genç kız, iki maganda tarafından taciz ediliyor. gözlerime inanamıyorum, zeytinburnu gibi nezih bir ilçede nasıl böyle bir olay olur, tenha bir sokak bulamadınız mı hayvanlar. sağa bakıyorum sola bakıyorum insanlar caddeden geçiyor ama kimse oralı bile olmuyor. ortamdaki bütün oksijeni çekerek bir aaaahhhh!! daha çekiyorum. 32 dişinde çıkmış ama afilli bir ucube, tam bir gudubet olmuşsun medeniyet, allah belanı versin diyorum.
    birikmiş enerjimin verdiği öz güvenle birlikte bu çirkin olaya kayıtsız kalmıyorum tabiatıyla. “sen kimsin?” sorunsalını geçtikten sonra, dandik tarkan'ın asil kurtu gibi zıplıyorum magandaların üzerine. melodik bir kavga ambiyansıyla tam bir keşmekeşin içinde buluyorum kendimi. insanların da araya girmesiyle, klasik sokak kavgaları gibi sadece 45 saniye sürüyor bu kargaşa. korkak sokak köpekleri gibi kuyruklarını sıkıştırıp kaçan magandaların arkasından bakarken, suratımdaki ifade ve hareketlerim usta oyuncu polat alemdar özellikleri alıyor. o kadar yavaş hareket ediyorum ki, arkamı dönene kadar kurtardığım kız gitmiş oluyor. bir teşekkür öpücüğü alamadan kaçırıyorum. tamam, beni kandırdın bir kahve içeriz o zaman demek istiyordum, tüh.
    ortamdaki kalabalık daha dağılmamışken karın boşluğumda bir sızı hissediyorum. o da ne? bıçaklanmışım!. demekki ondan kaçmamışlar diye düşünüyorum. sokak ortasında ağlamayıp eve gidince ağlayan çocuklar gibi hissediyorum kendimi. kanı görüp tedirgin olmama rağmen metanetimden taviz vermiyorum. akan kanın durmadığını gören kalender bir yabancı bayılmak üzereyken beni zorla arabasına alıyor. arabanın arka koltuğuna bindiğimde, kendimden ziyade arabanın koltuklarını kan yapmamayı düşünüyor, onun için özen gösteriyorum. fukaranın kaygısı iç burksa da, manen borçlu olma kaygısı beni daha çok rahatsız ediyor.
    bütün enerjim, hayatım, karın boşluğumdan sıcak sıcak akıp gidiyor. vücut ısımın yavaş yavaş düştüğünü hissediyorum. eğreti oturduğum koltukta son demlerimi yaşadığımı düşünerek, dandirik powerpoint'te hazırlanmış slayt show gibi kendi kendime kısa film gösterisi yapıyorum. ondan öncesini hatırlamadığım için, topu topu on üç yıl, hemen bitiveriyor. öleceğime kesin gözüyle bakıyorum. kedi olma ihtimalimi bile ihtimaller dahiline katarsam akşam trafiğinde hastaneye gidene kadar 9 defa ölürüm diye düşünüyorum, o derece. bir taraftan beni canhıraş hastahaneye götürmeye çalışan yabancıya o kadar üzülüyorum ki, onu da daha fazla kaygılandırmamak için konuşmaya, onu sakinleştirmeye çalışıyorum, öyle ki "ölürsem kabrime gelme istemem" türküsünü söylemeye başlıyorum bir anda ve en son adamın güldüğünü duyuyorum sadece...
    4000 yıllık uykudan uyanmış mumya gibi yavaş yavaş açıyorum gözlerimi, bulanık ve bembeyaz bir ışık görüyorum. içimden "allah'ım biliyordum, biliyordum cennete düşeceğimi" diye haykırarak seviniyorum. "iyi adamdım ben be!" diye düşünüyorum tekrar. o kadar sevindirik oluyorum ki, tarif edilmez bir mutluluk kaplıyor tüm bünyemi. sonra bir sima beliriyor gözümün önünde, yine bulanık. "huriler beklediğim gibi değilmiş" diye düşünüyorum... ve o ses, o ses beni yıkıyor. hiç beklemediğim her şeyin içine sıçan o ses: "kendine geldi galiba" (bu arada hemşire baya çirkinmiş)
    insan yaşadığı için üzülür mü? cennetin direğinden dönmüşüm bee!. her şeyin üzerine canımdan çok sevdiğim kuzenim nikolov girdi kapıdan. "naber lan işe yaramaz, gazi mi oldun?" dedi daha ilk görüşte. aklınca espri yapıp hiç bir şey olmamış gibi davranıyor. üzüldüğü gözlerinden okusam da onu fazla umursamadığım için hasta olmanın avantajını kullanarak hiç ses çıkarmıyorum. açıkçası bir taraftan da şaşırıyorum benim yanımda refakatçi kaldığı için, hiç onun huyu değildir, tam bir embesildir kendisi. sonra beni hastanaye getiren o iyilik timsali yabancıyı düşünmeye başladım. o olmasaydı ölmüş olurdum herhalde. bir kaç milyon dolar versem alır mı acaba?. en azından bir teşekkür etseydim. sonra nikolova döndüm "beni hastaneye getiren adam nerede?" diye sordum. "polisler arıyor" dedi. "polisler mi neden?" diye sordum. "böbreğini çalmış galiba"...
    bir anda vücudumdaki bütün kan beynimde toplandı. yerimden kımıldayamayacak kadar yorgunken, olduğum yerde ellerim ve ayaklarımla çırpınmaya başladım. ellerimle karnımdaki yarayı kontrol ederken, bir yandan başımı kaldırıp bakmaya çalışıyordum. sonra nikolov tuttu başımdan "sakin ol yeğenim şaka yaptım". bütün öfkemi kusarcasına "allah belanı versin nikolov, sen nasıl bir ........" diye küfür silsilesi devam etti. benim bu kadar sinirlendiğimi gören hemşire, hemen yatıştırıcı bir iğne yaptı.... ooooh! sabahlar olmasın sonra, olduğum yerde dans ediyorum...
    0 ...