aldanmak, aldatmak, aldatılmak, aldırmak... al birini vur öbürüne, üç harf değiştirip say diğerinin yerine.
insanoğlu yalana ne zaman başlar? en ücra yalanlar bile çocukluk dönemine aittir. dört yaşındaki bir çocuğun bir saat boyunca nasıl geceleri dışarı çıkıp bütün kötüleri siyah kuşaklı karete bilgisiyle hakladığını dinlediğimi hatırlıyorum. yalanlar ister karanlık sulara boğsunlar bizi, ister sevimli hayaletleri bol düş bulutlarının üzerinde uçursunlar, erken yaşta girer bu yaşama. yalanlar hep olumsuzu işaret etmiyor. ama yalan türü ne olursa olsun; pembe yalan, beyaz yalan, gri yalan hiç mühim olmuyor. karşı tarafı aldattığın gerçeği değişmiyor.
aldatılmak her şeyden önce karşı tarafın kendisini aldatmasıdır, bunda süphe yok. aldatılmak aldatmaya sarmalanıyor, aldatmak aldanmak oluyor. karşı tarafı 'aldatmamak' dediğindeyse içine o kadar cok değisken giriyor ki bir insanı asla aldatmamak mümkün mü diye sorar oluyorsun kendine, kendi kendini bolca aldattığın hayatında.
velhasıl üzücü bir durumdur.
"aldatabiliyorsan, sevmiyorsundur
seviyorsan da aldatmak elinden gelmez"