Güneşli bir temmuz günü ulaşmıştı haberleri. antalya'da dostlarla birlikte bir bahçede oturmuş çay içiyorduk. rengarenk yaz çiçekleri, televizyondan bahçeye düşen yangın görüntüleri ve " ölenlerden kimlikleri belirlenenler" le birden cehenneme dönüşmüştü. ölmenin onursuzluk, yaşamanın tonlarca ağırlıkta bir yük olduğu günlerden biriydi. hatırlıyorum; hasret'i son gördüğüm gün gelmişti aklıma önce. almanya'da köln şehrinde, tren istasyonundaydık arkadaşlarla. onu demiryolunun karşı tarafında gördük. el salladık karşılıklı, hal hatır sormaya başladık uzaktan. sonra tren geldi karşı tarafa, bir süre bekledi ve hareket etti. uğultusunu bırakarak uzaklaştığında, o yoktu. sonradan düşündüm de, almanya'da ulaşım araçlarının dakikliği, son görüşmemizi kısacık kılmıştı. ama bugün onu her düşündüğümde, o günkü gülüşü ve nadir siluetiyle geliveriyor karşıma. sonra bir ilkbahar sabahı, ankara'da, zafer çarşısı'nda çay içişimiz, eşine sevgiyle bakışı... telefonunun hep borcundan dolayı kapalı oluşu.. geride kalanların anlattıkları sonra. kaçış yolu ararken pencereden baktığında başına isabet eden parke taşı. geriye dönüp, yüzü kan içindeyken bir sigara yakıp, bir tane de arif sağ'a uzatırken; "yak hocam yak. bu son sigaramız" deyişi. olayı başından sonuna kaydettiği video kameranın filmiyle birlikte hala kayıp oluşu.. babasının tek oğlunun ardından sessizce ağlayışı..
gördüm anaların ağlamasını,
babaların ağlaması bir başka.
babaların ağlaması bir beter.
demiş hasan hüseyin. hasret'in babasının ağlayışı, ağustosta çam ormanı yangınıydı. ölümünden üç ay sonra doğan bir erkek çocuğunun babası; hasret gültekin...şelpe ustası ve türkü söylemenin...
için için süren yangının alevleriydi yükselen madımak'tan, "yaralarımızı saralım. oy beni, dertler ortağı toprak" diyen hasret toprakta şimdi. kiminle kardeşiz, görmediniz mi hala? yanan köylerin, gözaltında kaybolanların, faili meçhullerin ülkesinde kardeş bedenlerden yükselen dumanlar yakmadı mı genzinizi hala ?